Gündelik hayatın bir bardak suda kopan rüzgârları tarihin sayfalarını bazen öyle savurup geçiyor ki, o kitabın tam orta yerindeki bazı şeyler unutulup gidiyor. 1996 yılının Diyarbakır Cezaevi’nden söz ediyorum. Anneler diyoruz ya hani, evet, anneler… O gün, 24 Eylül 1996’da, on bir kişiyi annelerinin gözü önünde döve döve öldürmüşlerdi!
23 yıl geçmiş aradan… Dava zamanaşımına uğramış, katliamın failleri ise terfiler alarak yükselmişler de yükselmişler. Gerekçeli karara baktım yeniden, koca mahkeme bütün meselenin bir ‘leğen’ yüzünden çıktığını yazıyor. “Cezaevinde görüş günü bazı tutuklu ve hükümlülerin getirilen meyveleri koğuşlarına götürmek için diğer koğuşlardan plastik leğen istediği, infaz koruma memurunun buna izin vermemesi üzerine arbede çıktığı, olayın bir süre sonra yumruklaşmaya vardığı, tutukluların slogan attıkları, diğer koğuşlardan da destek amacıyla sloganlar atıldığı…”
“Rivayet sanılır belki” diyor ya Ahmed Arif, rivayet sanılmasın diye aktarıyorum bunları. Devletin mahkemesi söylüyor, ben değil. On bir anne tarafından dünyaya getirilmiş on bir evlat, isimleri unutulmasın diye yazıyorum buraya, Erkan Hakan Perişan, Cemal Çam, Hakkı Tekin, Ahmet Çelik, Edip Dilekçi, Mehmet Nimet Çakmak, Rıdvan Bulut, Mehmet Kadri Gümüş, Kadri Demir, Mehmet Arslan ve Hakkı Tekin… Kadri Demir için özel bir not bu arada; üzerinde doktor önlüğü olan birinin ‘uygundur’ raporuyla koma halindeyken sevk ringine bindirdiler onu, yolda öldü. Otopsi raporlarını ise görmek bile istemezsiniz. Kalaslar, demir çubuklar, çivili sopalar, hatta bıçaklar bile kullanılmış katliamda. Bütün bunların karardaki tanımlanışı ise şöyle: Aşırı güç kullanımı ve öldürme kastı olmaksızın ölüme sebebiyet!
Ve nihayet, karardaki o sihirli sözcükler: “tutukluların etkisiz hale getirildiği…”
Sahi, nedir şu haberlerde de sık sık geçen ‘etkisiz hale getirmek’ deyimi? Ne anlama geliyor pratik olarak?
İngilizce bilmem ben; sözlükten baktım öyle, yirmiden fazla karşılığı var deyimin ve evet, aralarında ‘kill-öldürmek’ fiili de bulunuyor. Ama diğer anlamların çoğu, önünü kesmek, engellemek, etkisini gidermek, çalışamaz hale getirmek, ateşi kesmeye mecbur etmek gibi sıralanıyor. Ama elin İngilizinden bize ne ki? Biz biliyoruz onun anlamını. Tek ama tek bir anlama geliyor bizde: Öldürmek. Çatışmaların kamuoyundaki psikolojik yansımasını yumuşatmak için olsa gerek, kim akıl etmişse artık, hangi bilmemne uzmanı tavsiye etmişse haber diline de yerleş(tiril)miş halde şu anda. Kan gövdeyi götürse, cenazeler cami avlularına sığmasa, katır ölüleri insan ölülerinden ayırt edilemez hale gelse, kalaslarla kafalar paramparça edilse, resmi açıklama hiç değişmez: Etkisiz hale getirildiler! Kibar, temiz ve mümkün olduğunca bulanık… İlk duyduğunuzda aklınıza bombadan parçalanmış bir ceset ya da demir çubukla tanınmaz hale getirilmiş bir gövde gelmiyor; ‘etkisiz olmuş’, “artık etkisi kalmamış’ diyorsunuz, ‘kapat’ düğmesine basılmış sanki ya da fişi çekilmiş filan…
Ama öte yandan, dildeki her sözcük biraz da siyasaldır, değil mi? Daha doğrusu sözcük ya da deyimin kendisi siyasi hayatın bir parçası olarak kullanılıyorsa, kendisine gitgide başka arka planlar ve yan anlamlar yaratır. ‘Etkisiz hale getirmek’ de öyledir. Örneğin biri tutup 6 Mayıs 1972’de Deniz Gezmiş ‘etkisiz’ hale getirilmiş midir gerçekten diye sorsa ne cevap verirsiniz? Sebahattin Ali sınır boyunda öldürülünce mesela, ‘etkisiz’ hale mi gelmiştir de biz hala kitaplığımızı onun eserleriyle dolduruyoruz? Ya Hrant Dink? O kadar insan hangi ‘etki’yle Agos’un önüne toplanıyor her yıl?
Düpedüz ‘öldürmek’ten söz edilse, tamam, bu daha fazla yerine oturur. “Bir canlının yaşamı durdurulmuş” dersiniz ve işin kalan kısmına tarih bakar. Ama ‘Bir kimse veya nesnenin başka bir kişi veya şey üzerindeki gücü’ olan ‘etki’ başka bir şeydir. ‘Etkisiz hale getirmek’ deyince iş karışır. O zaman yine sorarlar adama, onca yıldır binlerce kişi ‘etkisiz’ hale getirilmişse, ‘etki’nin kendisi nasıl oluyor da hala devam ediyor? Nasıl oluyor da hala on binlerce, yüz binlerce kişi, aynı ‘etki’ mekanizmasının içinde hareket ediyor ve onları harekete geçiren o şey her neyse, niye bir türlü etkisizleşmiyor?
Karışık iş vesselam! Çözümü de var aslında, basit. Diyarbakır’ın yaşlıları gibi söyleyeyim: E biliyorsunuz işte, ben niye söyleyeyim? ‘