Kürt sorununun bir kez daha demokrasinin ana sorunu olduğu ve demokrasi mücadelesinin temel gücünün Kürtler olduğu görüldü. AKP Genel Başkanı’nın 30 büyükşehir BB başkanını saraya davet etmesi aynı zamanda Türkiye “demokrasisinin” fotoğrafını oluşturdu. Olayla ilgili bir şey söylemeden önce belediye seçimlerinden öncesi söylenenlere kısa bir göz atalım: 31 Mart seçimleri öncesinde, bu seçimlerin “beka meselesi” olduğunu dile getiren AKP-MHP ittifakının tek amacı HDP’yi devre dışı bırakmaktı. Onlara göre beka bunu gerektiriyordu. Bu koşullarda karşı ittifakı oluşturacak CHP-İP-SP, HDP ile anılmamak için ellerinden gelen çabayı harcadılar. Belli ölçüde de bu konuda başarı elde ettiler. Ama HDP aldığı bir kararla her iki ittifakı da şaşkına uğrattı. “Kürdistan’da kayyımları sandığa gömmek”, batıda da “AKP-MHP ittifakına kaybettirmek” stratejisi gündeme oturdu.
AKP-MHP çılgına dönerken, CHP de içten içe Kürtlerin yoğun olduğu büyük şehirleri kazanabileceğini gördü.
AKP Genel Başkanı Erdoğan, bu politikaya, “yeniden kayyım atarız” cevabıyla alanlarda cevap verdi. Kayyımlar 31 Mart’ta sandığa gömüldü. Bir gün sonra (1 Nisan günü) Diyarbakır valisinin “görevden alınsın”lar dediği ortaya çıktı. 19 Ağustos’ta Diyarbakır, Mardin ve Van’a tekrardan kayyım atandı. AKP Genel Başkanı; 11 Eylül günü saraya çağırdığı 30 büyükşehir belediye başkanına hitaben yaptığı konuşmada, Türkiye’nin çok partili hayata geçtiği 1946’dan beri ülkedeki her seçimin bir demokrasi şöleni havasında yapıldığını belirterek, “31 Mart 2019 Mahalli İdareler Seçimleri’nin de aynı coşkuyla tamamlandığını, bu seçimlerde 30’u büyükşehir, 51’i il, 922’si ilçe, 386’sı belde olmak üzere toplam bin 389 belediye başkanının milletin teveccühüyle göreve başladı”ğını söyledi. Ancak davet ettiği 30 kişinin arasındaki 3 kişi atadığı valilerdi. Yani milletin teveccühü ile kendi partisinin adaylarına fark atarak kazanan HDP’li başkanlar yerine İçişleri Bakanlığı’nın memurları vardı. Erdoğan, HDP’li başkanların böylesi bir toplantıya katılmayacaklarını bildiğinden olsa gerek kayyım atamasını beklemiş olabilir. Şimdi daha somut konuşalım. CHP bu tavrıyla bir kez daha demokrasi güçlerine ihanet etmenin adımını atmıştır. CHP’li başkanların bu toplantıya katılmasına onay vererek İmamoğlu’nun Diyarbakır ziyareti gibi HDP ile birlikte fotoğraf vermesinin bundan sonra önünü kesme niyeti ortaya konulmuştur. En vahim olanı Kürtleri dışlamak ve onları demokratikleşme sürecine katmamak için özel bir çaba harcanmış ve CHP de bu çabanın içinde yer almıştır. CHP yönetimi kendi içinde gelişen demokratik muhalefeti de bu yöntemle boğmaya çalışarak bir taşla iki kuş vurmaya çalışmıştır. Daha da önemlisi başta İstanbul belediyesi olmak üzere Kürt oylarıyla seçim kazanmış batı illerindeki belediyelere “demokrasi ayarı” verilmeye çalışılmıştır ve Kemal Kılıçdaroğlu tıpkı “Yenikapı İttifakı’nda” olduğu gibi bu antidemokratik entrikanın içinde yer almıştır.
Diyarbakır, Van ve Mardin belediye başkanlarının görevden alındığı gün CHP’nin gerekli düzeyde tepki göstermemiş olması CHP yönetiminin ta başından beri bu antidemokratik uygulamanın içinde olduğunu göstermiyor mu? Bu illerdeki belediye başkanlarının görevden alınmış olması Kürt halkına karşı yapılan uygulamaları gösterdiği gibi demokrasi güçlerinin birlikteliğine de darbe vurur. Bu, içten pazarlıklı bir hesap değil mi? Acaba bu hesaplar olmasaydı Canan Kaftancıoğlu’na cezalar yağdırılabilir miydi? Bu olaydan başta HDP, demokratik kitle örgütleri, demokrasi güçleri ve en önemlisi politize olmuş Kürt halkı ders çıkarmak zorundadır. Kürtler soyutlanarak demokrasi mücadelesinin dışına itilmek isteniliyor. En önemlisi Kürtlere gözdağı verilerek batıdaki “demokrasi güçleri” Diyarbakır, Van ve Mardin illerine atanan kayyımlarla toplantı yapmayı içine sindiren CHP yönetimi tarafından Türkiye’deki demokrasi güçlerinin birlikteliğinin altına dinamit koymak anlamına geliyor. Bu olayla AKP-MHP iktidarının şoven ve saldırgan dış politikalarına da çanak tutulmuş oluyor. Belediye seçimlerinden hemen sonra “demokrasi güçleri kazandıkları mevzileri yeni demokratik ataklarla besleyip korumazlarsa iktidarda ‘kaldıkları’ halde iktidar olmaktan çıkarlar.” Hayat boşluk tanımaz. Demokrasi mücadelesi ardıcıl ve süregendir. Bu hayat gerçeğine uyulmadığında kazanımlar bile yerinde kalmaz, geriler. Bu aşamada AKP-MHP iktidarından yeni antidemokratik saldırılar peşpeşe gelebilir. Bunun ilk işareti de Selahattin Demirtaş’ın salıverilmesi gerekirken Erdoğan’ın işaretiyle yeniden tutuklanmasıdır.