Murat Sabuncu ile çok uzun yıllar aynı gazetelerde çalıştık. Çok çalışkandır ve klişe gibi olacak ama gazeteciliğe aşıktır. Çalışırken şefi olduğu servislerde demokratik bir ortam oluşturduğunu gözlemlerdim. Cumhuriyet davası ve hapislik sürecindeki sağlam ve örnek duruşunun bu demokrasi anlayışı kadar gazeteciliğe duyduğu aşktan da kaynaklandığını düşünüyorum. Murat Sabuncu ile Türkiye gündemini konuştuk.
Herkes AKP’deki bir çözülme eğiliminden söz ediyor. Sen geri çekilip baktığında genel manzarada ne görüyorsun? AKP nasıl bir manzara arz ediyor?
Tayyip Erdoğan 40 yıldır bu ülkede politika yapıyor. Parti teşkilatları, belediye başkanlığı, son 17 yıldır da ülkeyi yönetiyor. Çok basit bir şekilde ‘tamam AKP-Erdoğan bitti’ demek kolaycılık olur. Ancak şu bir gerçek. Artık ülkenin sorunlarını çözebilecek kapasitede bir yönetici değil. Tam tersine yönetim anlayışı ülkede sorun yaratıyor. Özgürlükler, hukuk, ekonomi, dış politika. Her alanda ülkeyi geri götürdü, götürmeye devam ediyor. Cezaevleri, görüşleri ya da muhalif duruşları yüzünden haksızca demir parmaklıkların arkasına atılmış binlerce insanla dolu. Siyasetçisinden gazetecisine avukatından iş insanına…
Selahattin Demirtaş, Sırrı Süreyya Önder, Osman Kavala, Gültan Kışanak, Selçuk Kozağaçlı… Pek çok isim. Hukuk neredeyse tamamen iktidarın kontrolünde. Türkiye’nin farklı sınıf ve siyaset anlayışındaki mağdurlarının sayısı her geçen gün artıyor. Dış politikada başta Suriye, sıkışmışlık iktidarı zorluyor. İdlib’de Rusya ile, Suriye’nin kuzeyinde ABD ile, mülteciler ve Doğu Akdeniz’de Avrupa Birliği ve İsrail ile sorun var. Arap coğrafyasında da bir iki ülke hariç anlaşmazlıklar tırmanıyor. Rusya ile iyi gibi gözüken ilişkiler sanki Türkiye silahtan enerjiye satın aldıkça iyi imiş ve iyi kalacakmış gibi gözüküyor.
Aslında İdlib yüzünden pamuk ipliğine bağlı. Ekonomide hem doğrudan yatırım anlamında hem de para girişi konusunda sıkıntı var. İşsizlik yakıyor herkesi. Genç bir ülke Türkiye. Umuda ve bir yeni hikayeye ihtiyacı var. Sürekli korkutarak, tehdit ederek, beka sorunundan bahsederek kitleleri tutamazsınız yanınızda. O yüzden evet Erdoğan’ın etrafı giderek yalnızlaşıyor. Ama hâlâ ülkeyi kendi bildiğince yönetecek gücü var. Adil şartlarda yapılacak bir seçimde bir daha kazanma şansı olmayabilir. Ancak seçime kadar yaşanacaklar, seçim ortamı ve sonrası çok bilinmeyenli bir denklem. Beni endişelendiriyor.
AKP’nin bugünkü durumunda MHP ile zımni koalisyonun ne gibi bir etkisi oldu?
AKP MHP’lileşti. Dilini, devlete bakışını, olayları çözümlemesini tamamen milliyetçi bir tavırla yapmaya başladı. Ancak bu AKP’ye oy kaybettirdi ve kaybettiriyor. Konda’nın Genel Müdürü Bekir Ağırdır’ın bu konuda araştırmaya dayalı tespitleri var. Şöyle diyor: “AK Parti için vahim olan çekirdek seçmen sayısında yaşadığı kayıp. Eskiden yüz kişiden 38’i kendini çekirdek seçmen kategorisinde değerlendirirken, şimdilerde 27 kişi bu tanımı yapıyor.” Kaybedilen oylar MHP’ye gidiyor. AKP’den ayrılanlar da aynı noktanın altını çiziyor. Bu noktadan sonra Erdoğan dönüp eski politika tarzına dönebilir mi? MHP’siz yapabilir mi? Bence çok güç. O yüzden daha da sertleşen bir ülkede yaşamak zorunda kalınacak. Kazan kazan günlerinden kaybet kaybet günlerine.
Ali Babacan’ı yakından tanıyan bir gazetecisin. Babacan’ın hangi avantajları ona bir muhalif olarak güç veriyor, onu gayrı memnun AKP’liler için cazip kılan ne?
Ekonomi gazeteciliği yaptığım dönemde Ali Babacan’ı izlemiştim. Uyguladığı politikaları tartışabilirsiniz ama içeride ve dışarıda insanların güvendiği ciddi bir isimdi. O zaman ekonomiyi yönetiyordu. Çok kısa bir dönem de dışişlerini. Ama şu anda Türkiye’nin tamamı için bir proje yaratmak zorunda. Babacan’ın kuracağı partiyle ilgili en önemli handikap, kuruluşundan itibaren bakanlık yaptığı partide ‘kritik yanlışların yapıldığını düşündüğü anlarda bile’ eleştiride bulunmaması, gerekli tavrı almaması, her koşulda göreve devam etmesi. Özeleştiri yapmadan beyaz sayfa açılamaz, bunu unutmaması gerekiyor. Babacan’ın görüş alışverişinde bulunduğu kamuoyunun tanıdığı bir isim, “halk nasıl olsa unuttu eskiyi, diye düşünülmemeli, partinin potansiyel kurucularının tamamında aynı problem var” demişti bir görüşmemizde.
Babacan’ın kuracağı yeni parti ile ilgili yapılan ilk kamuoyu araştırmaları yüzde 10 civarında bir oy alabileceğini gösteriyor. Bu oyun ağırlıkla geleceği yer AKP. İlk demeçlerinden biliyoruz ki Babacan AKP-MHP karşıtı blokta yer alacak. Erdoğan’ın bunu büyük bir risk olarak gördüğünden eminim. Babacan’ın Karar Gazetesi’ne verdiği demeçte iki nokta önemliydi. Birincisi Kürtler ile ilgili konu. Şöyle dedi: “Biz zamanında Türkiye’de hem özgürlükleri ilerletiyoruz, hem de Türkiye’nin güvenlik konumunu güçlendiriyoruz ve bunu eşzamanlı yapıyoruz. Özgürlüklerle güvenlik arasında bir denge kurmak zorunda değiliz dedik. Ve bununla yıllarca iftihar ettik. Her iki alanda birden ilerledik Türkiye’de. Sorunların daha fazla demokrasiyle çözüleceğine inandık ve bunu da gerçekleştirdik. Yapmamız gereken o ruhu yeniden yakalamak. Bu konuda da yeniden düşünülmüş stratejilere ihtiyaç var. Burada iyi bir strateji çalışmasına ihtiyaç var. Kürt sorunu şu anda bizim en önemli çalışma alanlarımızdan biri.”
Kayyumlarla ilgili söyledikleri de kritikti: “Seçilmiş bir insandan bahsediyorsunuz. Seçilmiş bir insan orada sadece bir fert değil. Onun arkasında ona oy veren bazen onbinler, bazen yüzbinler bazen milyonlar var. Seçmenin iradesine saygı göstermek gerekiyor. Halkın iradesini dengeleyebilecek güç ancak bağımsız yargı olabilir. Yoksa vicdanlarda derin yaralar açılır. Bir de burada tabi güvenilir ve bağımsız bir yargı gerekiyor. Demokrasilerde hukuku göz ardı ederseniz, demokrasi bir süre sonra otokrasiye dönüşebilir.” Babacan’ın ağzından otokrasi kelimesini duymak önemli tabi. Ancak demin söylediğim gibi iyi bir özeleştiriye ihtiyacı var.
AKP’nin bu krizi atlatma şansı var mı? Bu çözülmeyi engellemek için ne yapabilir?
AKP’nin çözülmeyi engelleyebileceğini sanmıyorum. Sadece geciktirebilir. Ama bir yandan da Erdoğan’ın çok uzak olmayan bir zamanda erken genel seçim yapmak isteyeceğini düşünüyorum. Çünkü Türkiye’nin geleceğine damga vurabilecek üç genç siyasetçi her geçen gün etki alanını artırıyor. Bu isimler Ekrem İmamoğlu, Ali Babacan ve Selahattin Demirtaş. İlk isim için yeni, ikinci isim için AKP bagajı var, üçüncüsü için hapiste diyebilirsiniz. Ama bu üç ismin de etkisini kesecek argümanlar değil bunlar ve her geçen gün isimleri daha çok anılıyor, daha çok insanı etkiliyorlar.
İktidar bloğu, bir kez daha seçmen ve parti içi konsolidasyon için Kürt karşıtlığı ve HDP’yi kriminalizasyon politikası güdüyor görünüyor. Bu politikanın bu defa da tutma olasılığı var mı?
Erdoğan HDP’yi kriminalize etmek için son yıllarda hiç durmadı ve anlaşılan durmayacak. Kırılma noktası Selahattin Demirtaş’ın ‘seni başkan yaptırmayacağız’ cümlesidir diye düşünüyorum. Ancak CHP’de Kürt konusunda bir değişim gözleniyor. Devleti kuran ve bu konuda geçmişte çok günahı olan partideki bu değişim Erdoğan’ın HDP planlarını zorlaştırıyor. Kayyumdan tutuklamalara Kürt siyasetinin üstüne sert politikalarla giden Erdoğan’ın inandırıcılığı ve kitleleri ikna sürecinde zorlandığı görülüyor. Sanki demokrasi bloğu güçlenmiş, geçmişten ders almış gibi.
Bugün iktidar bloğu hangi güç odaklarından oluşuyor? Ya da iktidar hâlâ AKP’nin kontrolünde mi?
Bugün Erdoğan, bir dönem devletin yakıcı hangi yönünü eleştirdiyse kendisi aynısını, hatta daha kötüsünü yapıyor. Erdoğan devlet içindeki gruplarla savaşarak geldi. Şimdi kendisi adeta tek başına devlet haline geldi. Ve eleştirdiği iktidarının ilk döneminde değiştirmek için çaba sarfettiği ne varsa uyguluyor. İktidar AKP’nin kontrolünde mi sorusuna verilecek belki de en net yanıt şu: Birincisi AKP diye bir parti kalmadı. Erdoğan’ın şahsında eridi. İkincisi Erdoğan şu anda zorunlu ittifaklar yapıyor. MHP, Perinçek, Avrasyacı gruplarla. Ama bu zorunluluk yönetimi bırakmamak, iktidardan gitmemek için. Ve evet Erdoğan hâlâ tüm bu değişik grupları aynı çatı altında tutarak giderek kendi devletleşerek kontrolü elinde tutuyor.
Ekrem İmamoğlu’nun izlediği çizgiyi nasıl değerlendiriyorsun?
Ekrem İmamoğlu önemli birleştirici bir figür halini aldı. Ekrem İmamoğlu seçildikten sonra ‘demokrasi dışı’ diye tarif ettiği kayyum atamalarına karşı, sözleriyle ve Diyarbakır’a giderek açık tavır aldı. Öte yandan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan ve kızı Esra Albayrak’ın yönetiminde bulunduğu TÜRGEV, yine Bilal Erdoğan’ın yüksek istişare kurulunda olduğu TÜGVA’nın da aralarında bulunduğu farklı gruplara da ait onlarca vakfa belediyeden giden 357 milyon lira kaynağı kesti. İmamoğlu Erdoğan’a kısa sürede iki rest çekmiş oldu. Hem kayyum atamalarında kendisinin belediye başkanlığında desteği olanlara, Erdoğan ile çatışmayı da göze alarak sırtını çevirmedi. Bunu bir demokrasi sorunu olarak algılayıp tepki verdi. Hem de seçim öncesi söz verdiği şekilde harcama şekilleri tartışmalı vakıflara ödemeleri sonlandırdı. 2023’e kalmayacağı kesin olan seçimlerde Ekrem İmamoğlu, ismini her geçen gün daha da öne çıkarıyor. Erdoğan’ın belediye başkanlarıyla toplu yaptığı görüşmede profili biraz düşse de sanırım muhalefet için bir umut.
Arkadaşlarının tahliyesi sana ne hissettirdi? Cumhuriyet davası bugün sana ne hissettiriyor?
Fikirleri, siyasetteki duruşları yüzünden haksızca cezaevine atılanlar çıkmadan, herkes için adaletle yeni hukuk sistemi tesis edilmeden, ne kendim için ne arkadaşlarım için sevinirim. Tüm ülkede barış ve demokrasinin tesis edildiği günlerde yan yana sevinmeyi hayal ediyorum.
HDP kritik bir parti
Böylesi bir süreçte muhalefet ne yapmalı?
Kısa bir süre önce görüştüğüm CHP’li bir üst düzey yetkili bana şöyle söyledi: “AKP-Erdoğan seçim kaybetmez, dendi. Kaybettiler. Kaybetse de bırakmazlar, diye konuştular, bıraktılar, kamuoyunun duruşuyla bırakmak zorunda kaldılar. Muhalefet bir arada duramaz, bir blok oluşturamaz, kendi içlerinde tartışır bölünür, dediler, bölmeye uğraştılar. Geniş kitlelere ulaşan, halkın yoğun desteğini alan demokrasinin temel değerlerinde birleşen bir ittifak oluştu. Teker teker ezberler yıkıldı, yıkılıyor. Şimdi başka bir ezberi yıkmanın zamanı geldi. Kürt sorununu çözerse, Erdoğan çözer ezberi. Göreceksiniz bu ezber de bozulacak. CHP, Kürt sorununun çözümü ve barış için aktif olacak.” Aslında Kürt sorunu da dahil pek çok konuda tabanlarda sorun yok. HDP bu anlamda kritik parti. İktidar ötekileştirmeye, yalnızlaştırmaya çalışsa da henüz yerel seçim öncesinde başlayan, hâlâ süren CHP-HDP yakınlaşmasını bölemedi. Ilımlı ülkücüler ile mütedeyyinler de bu denklemde, yani demokrasi bloğunda kalmaya devam edecekler gibi gözüküyor.