Danayı kesmeden onun etini yemek isteyenler Dün dünyanın değişik bölgelerinde ve Türkiye’de iklim grevi yapılmaya başlandı. Bu grev önemli bir eylem ancak grevin toplumsallaşması noktasında sorunlar var. Greve daha çok bir kısım gençlik katılırken gençliğin büyük bir bölümü yaşanan iklim krizinden bihaber. Toplumun ezici çoğunluğu ise ne grevle ne de yaşanan iklim kriziyle ilgilenmiyor. Bunun başlıca nedeni bugün toplumun içinde düştüğü yoksullukla mücadele ederken aç karnını nasıl doyuracağı ya da borçlarını yarın nasıl ödeyebileceği telaşından kaynaklanıyor. Durum böyle olunca elbette duyarsızlıkla suçlayamayacağımız büyük bir kesim iklim sorunuyla ya da doğanın yağmalanmasıyla ilgilenemiyor.
Aslında ve özellikle yoksul kesimlerin ilgilenmesi gereken ekolojik krizin ilk önce yoksulları vuracağı bir gerçek. Dünya su konseyi eski başkanı “Telefon faturalarına ödediğimiz kadar bir parayı suya ödersek dünyada su sorunu kalmaz” demişti. Yani parası olanın, iklim krizinin sonuçlarıyla en geç yüzleşecek kesim olacağını bu sözden çıkarsamak mümkün. Onlar bir şekilde gıdaya veya suya ulaşacaklar. Ancak yoksulların gıdaya ve suya ulaşması her geçen gün imkansız hale gelecek. Bu nedenle büyük kitlesel göçler yaşanacak ve bu göçlerde milyonlar aç-susuz olarak çoluk-çocuk hayatta kalma koşullarını dahi yaratamayacaklar.
Eğitim sisteminde çocuklarımıza Türk tarihi, Osmanlı tarihi ve en son Cumhuriyet tarihi anlatılır ve anlatılanların neredeyse tamamının gerçekle ilgisi yoktur. Böyle bir eğitim sisteminden geçen toplumun tarihe bakışı yönetenlerin çizdiği çemberin içi kadardır. Dünyanın oluşumu, canlıların, insanın ve insan topluluklarının ortaya çıkışı anlatılmaz. Darwin yasaklanır ve tarih Malazgirt’ten daha geriye işletilmez. Topluma enjekte edilen tek şey her şeyi tanrı yarattı noktasıdır. Toplumun büyük çoğunluğu öğretilen ve gösterilenle yetinir.
İşte bu çemberi yarabilenler ancak iklim sorununu algılar. Bu duruma nasıl gelindiğini sorgular. Bu sorgulamanın sonucunda dünyayı yok eden şeyin üretim ilişkileri olduğunu görür. Yarı aydınlanmış ve iklim sorununu algılayanların büyük çoğunluğu süreci görürde bu ilişkilere ad koyma noktasında yine farklı eller devreye girer ve yaşamı ölüme götüren kapitalizm gerçeğini göremez. Çünkü gerçeğin üstü örtülüdür ve o örtüyü açıp altına bakmak aklına gelmez. Bugün yaşanan iklim krizinin nedeni kapitalizmin aşırı üretim zorunluluğundan kaynaklanmaktadır. Aşırı üretimleri sürdürmek, emeği ve doğayı sömürmek kapitalizmin olmazsa olmazıdır.
İklim grevinde dikkat çeken şey Birleşmiş Milletler’de gerçekleştirilecek olan iklim zirvesinde doğru kararlar alınmasını sağlamak! Yani küresel ısınmayı 1,5 dereceye göre düzenleyecek adımların atılması noktasında bağlayıcı kararlar alınması halinde eylemler başarıya ulaşmış olacak. Yani sorunu yaratanlardan sorunu çözmesini bekleyeceğiz. Yani eylemin hedefi, olmayacak duaya amin demekten başkaca bir sonuç çıkarmayacak. Kapitalizm koşullarında sermayeyi zora sokacak kararların uygulanması kapitalizmin ruhuna aykırı. İklim krizinin salt enerji üretimlerinden kaynaklandığını ve bu üretimlerde değişikliğe gidildiği takdirde sorunun çözülebileceğini iddia etmek ise ham hayal.
Berthol Brecht’in şu sözleri yaşadığımız sürecin özeti gibidir: “Kapitalizme karşı olmadan faşizme karşı olanlar; danayı kesmeden onun etini yemek isteyen insanlara benzer. Danayı yemek isterler ama kan görmeyi sevmezler. Kasap eti tartmadan önce ellerini yıkarsa tatmin olurlar. Barbarlığı ortaya çıkaran mülk ilişkilerine karşı değillerdir, yalnızca barbarlığa karşıdırlar. Barbarlığa karşı seslerini yükseltirler, hem de bunu aynı mülkiyet ilişkilerinin yayıldığı ancak kasapların eti tartmadan önce ellerini yıkadığı ülkelerde yaparlar.”
Her şeye rağmen ortaya konan iklim eylemleri çok değerli bir çabadır. Öyle ya da böyle dünyada yaşamsal anlamda bir sorun yaşandığı algısını ortaya çıkarmaktadır. İklim sorununu kapitalizm koşullarında çözülebileceği gibi yanlış bir sapma yaşanıyor olması eylemliliklerin hafifsenmesini gerektirmez. Burada sorunun kapitalizmin üretim ilişkilerinden kaynaklandığını göstermek ise antikapitalistlere düşmektedir. Termik santrallerin kapatılıp yerine rüzgar ve güneş enerjisi gibi üretim araçları kapitalizmin elinde olduğu sürece, doğal yaşamın sömürüsü asla ortadan kalkmayacak. Kapitalizm koşullarında durdurulamaz sürece giren iklim değişimini yavaşlatmak veya durdurabilmek ancak kapitalizmin tarihin çöplüğüne gönderilmesiyle mümkün olacak, yoksa işimiz Allah’a kalmış durumda.