Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde ben nenemin beşiğini tıngır mıngır salar iken…
Daha insanlardan, perilerden, ağaçtan, ırmaktan, yıldızdan, karıncadan, balıktan kopmamışken…Aydınlık Karanlığa boyun eğmemişken, ihanetin hançeri bitmemişken; birliğin, inancın ve güvenin mayalandığı insan bilincini…Gerçeğin masal, masalın hakikat olduğu zamanlardı evvel zaman.
Şimdi bu zamanda o zamansızlığı ne kadar yaşıyoruz; zamansızlığın zamanını masallardan kapalı nice oldu! Gaz lambasının loş ışığında bir varmış bir yokmuş ile başlayan anlatılar insanın gerçek ve düş algısını birbirine karıştırır, hayatın kendisi bu yüzden daha düşsel, daha ruhsal kalırdı. İnsan daha cesur, inanmaya ve yürümeye daha hazır olurdu. Düşünceleri daha sade ama derin, sözcükleri daha seçkin, dilden renkli bir aya gibi ince ince dökülür. Uzun uzun tadına varılarak yenen-sunulan bir yemek gibi çekiciydi. Anlatılar ruhtan ve yaşantının bilgiliğinden süzülüp geldiğinden uzunca ve dolucaydı. Her bir sözcük dinleyiciyi büyüler anlatının, paylaşımın içinden alır, bilinmeyen o zamana çekerdi. Çalışmanın yorgunluğun, içilen suyun duran havanın ve kurulan herhangi bir ilişkinin tadı, izi ve anlam değeri, olurdu. İşte şimdiki zamanlar o zamana, zindan zamanından “dışarı”daki zamana baktığımızda, insanın evvel zamanları yitirmekle kendini yitirdiğini anlıyoruz. İlişkinin olmadığı, sadece “bağlantının olduğu bu çağda kablolu kablosuz bağlantı ağları çok uzun, ama sözcükler çok kısa ve ruhsuz, örneğin ağız dolusu bir “Merhaba” yerine üç harflik “mrb” diyor başında uzunca oturulan elektronik ekranlar. Bırakalım yüreğe, kulağa bile değmeyen sözcükler kurulan, unutuluşa mahkum olan belleğin, hafızanın insanın kendi varoluş gereğine ihanetinin resmi olur; bir anda binlercesiyle paylaşılan selfiler.
Çünkü gerçeğe yalan giydirildi. Bir varmış bir yokmuş ile başlayan hakikat zamanı inkar edildi. Hiç yokmuş gibi silindi hafızalardan. Varın içinden yok, yokun içinden var çıkarıldı. Ya var ya yok zihniyetiyle unutuldu. Unutturuldu. Varlık ve yokluk yine varlığa dönüşen çember kırıldı. İnsan doğasındaki ikilik, varoluş denklemi yitirildi. Aşk, dostluk, özgürlük, ışığın, renkleri ve en önemlisi de düşsel hafıza yitirildi. Her şeye duyarsız, kendine odaklı, belleksiz insan unutuşun, hafızasızlığın kör kuyusuna düşürüldü. Kendi masalından habersiz insan, kendini bilebilir mi? Beşiğini sallayan annenin kendisine söylediği ninniyi bilmezken, nenesinin beşiğinin tıngır mıngır sallayabilmesinin, bu tarihi hafızaya sahip olmanın ne olduğu bilebilir mi? Oysa Ortadoğu insanının hafızasıdır beşik, ninni ve masallar. Kişiye nenesine ebelik yapmayı bile mümkün kılan en uzun yolculuklara zamanlara kadar yolculuklara çıkarır.
Yaratıcılığın düşselliğin akılla, gerçekle orantılandığı anlatıdan yeni bir yaşam gücünün yaşam anlayışının devşirildiğidir.
Uzun zaman oldu masalın sihriyle karşılaşmayalı. Belki nadiren zindanın karanlığında rastlandığımız aydınlık bilinci ile bir annenin otantik seziyle taşındık ruhsuz soğuk zamanların dışına. Veya yüklü bir yoldaş mektubunda yakalandık fener ışığının boşluğundan devleşen özlem, sevgi yükü zamansızlığa akan anlatıları. O anlatılarda aştık zamanı, mekanı; Sözcüklerin büyüsünü giydirdi de bize kaçırdı bizi başka başlangıçlara, masallar diyarına…
Ve işte yine zindandan firar ediyor dağ perilerinin yurdundan masallar anlatıyor bir masala. Seyit Oktay belki de 26 yıl boşunca tutulduğu zindanda duvarların suskunluğunda, dayatılan esaret yaşantısının en katı gerçeğinde bir direniş biçimi olarak yeni bir dil geliştirdi. Bir evvel zaman büyücüsü gibi duvarların taşlarından ateş yalımları yaratıyor, karanlığa yıldızlar serpiştiriyor, unutuluşa başlangıcın en eski destanıyla isyan ediyor. Zulmet (Bu kelime çok anlaşılmadı) zamanlara, kötülüğe ve kendini yitirmeye karşı dağ perilerine, anıların dünyasına ve gerçeği her bahar bir festival havasında yeniden ve yeniden nakşetmelerine açıyor yüreğini. Dağ perilerinin şahı Şah perinin dilinden anlatıyor ateşin ve güneşin çocuklarının tarihini. Zerdüşt’ten Diyeko’ya oradan son Med Kralı Astiyag’a kadar bir halkın varoluş ve ihanetle külleniş sürecini…
Ve yine masaldan kopmuş, ihanetle sarsılıp gerçeğini arayan yenilmiş kral Astiyag, başlangıcını masalcı fıkranın anlattığı insan Robr ve dağ perisi Şevperi’nin aşk masalından arıyor.
İki anlatıcı; Bir peri insan hikayesini -Aryen-Med zamanını anlatıyor; öteki anlatıcı insan, bir peri ve bir insan aşkını anlatıyor. Her iki masalcı biri başından sona ulaşıyor, diğeri sondan başa varıyor. Özgürlük, aşk, birlik ve kurtuluş ardından ihanet ve yeniden sadakatle bitimsizleşen bu coğrafyanın kendi öz dilinde, ruhunda yoğruluyor bu destan. Okurken kimi zaman ihanettin hançerini yüreğimizde duyumsar, inanmaz bakışlarla donar karılırız. Kimileyin zalime, zulüm, kötülüğe karşı ateş kızılı pelerinleri kuşanmış maryaların özgürlük savaşında onurla nakşederiz yeni masalın başlangıcını. Masalcı fıkra ile Kral Astiyag’ın sohbeti hüzün yağmuru olarak yağar üstümüze ve yeşeren ilk tohumun heyecanıyla ürperir varoluşu sorgularız. Dostluğun anlatımını bir halkın varlık yokluk sorununu, aşkın sınır tanımayan gücünü ve şiirselliğini tarihsel felsefik, mitolojik, duygusal, düşünsel yönleri ile sorgular ve hafızalara işler, Aryen Med destanıyla Seyit Oktay. Öyle bir işliyor ki örgüdeki her bir sözcük bir coğrafyanın bilgeliği estetiği ve ışığıyla parıldıyor, gözlerimizde kırılarak bir gökkuşağı renginde yıldız parlaklığında yüreğimize kayıyor.
Seyit Oktay’ın kaleme aldığı Aryen-Med Destanı/ Bir Peri Masalı- Bir İnsan Hikayesi adlı eseri Ceylan Yayınları’ndan çıktı. Kendi alanında bir ilki ifade ediyor belki. Coğrafyamızın destansı dili ve unsurlarıyla bir çok hikayeyi barındırıyor örgüsünde.
Ve bizi kendi büyümüzde büyüleyecek kadar sihrini biliyor sözcüklerin. Bu bizim masalımız. Harpagos’un ihanetiyle küllenen Med çocukları küllerinden yeniden doğmuş ve dağ perileri destanımızın özünü oluşturmaya, destan yaratmaya, yaşamaya devam ediyor, onlara da selam olsun!
Aryen-Med Destanı’ndan bunca söz etmişken adet üzeri kimi alıntılar yapmak gerekirdi belki. Ancak kitapta alıntılanacak bir yer bulamadım. Bana göre alıntılanabilecek bir kitaptan çok anlağa alınması, bütünlüğünde var olunması gereken bir destandır.
Hakikatın masalında yer almaya, yer bulmaya devam edenlere şükranla…
*Bayburt M Tipi Cezaevi