“Yollar yapıyorlar, çöllerde sulama sistemleri kuruyorlar, kıtlığı yeniyorlar, okullar açıyorlar, hastaneler kuruyorlar, ve baya, koleraya, cüzama, çiçek hastalığına, zührevi hastalıklara karşı savaşıyorlar” diyen Burmalı doktora sömürge memuru Flory (“Bolşevik” lakaplı): “Bunları (hastalıkları) zaten kendileri getirmişti” der, otobiyografik öğeler de taşıyan bir sömürge ve anti sömürge romanı olan Burma Günleri’nde.
Kitap George Orwell’in, gerçekleşim diyalektiği hakkında çarpıcı ve aydınlatıcı bilgiler vermekte, sömürgeciliğin aşağılık ve tiksindirici icraatları kadar; tamamen meşru ve müşerref olan sömürge karşıtı mikro duygu, bilinç ve yol alışa da yer vermektedir. Ama buna rağmen farklı bir sima taşmaktadır, zira örneğin: Direnme Savaşı ya da Kızılkayalar gibi Vietnam ve Çin devrimlerini anlatan romanlara benzememektedir. Çünkü öyle bir devrim yoktur Burma Günleri’nde.
Öte yandan var olmayı sömürgecinin postalına yamanarak başardığını düşünen “Doktor” şahsında, içselleştirilen sömürgeciliğin tüyler ürpertici çirkinliğini göstermektedir kitap. Şu diyalog örneğin;
Dr: Dostum, Doğulu karakteri unutuyorsunuz. Bütün tembelliğimiz ve boş inançlarımızla bizi geliştirmek nasıl olanaklı olabilir… En azından bize yasa ve düzen getirdiniz… Hiç sapmayan İngiliz adaleti ve Pax Britannica (İngiliz Barışı). Flory: Pox Britann Dr, İngiliz çiçek hastalığı.
Yine “binlerce İngiliz tarafından küçümsenmenin bile sarsamadığı tutkulu bir İngiliz hayranlığınsa sahip” olan doktora gerçeği kavratamamanın çaresizliğiyle şöyle der sömürge memuru Flory: “Bizim bu ülkede bulunmamızın hırsızlık yapmaktan başka bir amacı olmadığını nasıl anlayabilirsiniz?”
Sömürge hayranlığının, köleleşmiş varoluşun timsallerinden olan doktora Flory sıkça şu soruyu sorar: “Evet doktor, işler nasıl gidiyor? İngiliz imparatorluğundan ne haber? Her zamanki gibi hasta ve felçli mi?” Cevap: “…giderek ağırlaşıyor durumu. Kansızlık, karın zarı iltihabı…”
Akla, hasta Osmanlı İmparatorluğu’nu getirmiyor değil, değil mi? Hala hasta bir ülkenin sosyo-psikolojik ve siyasal coğrafyasında yaşamaya çalışırken, Burma Günleri’nin aslında “şimdi ve burada” olarak “Türkiye günleri” de olduğunu biliyoruz. Faşizm ve sömürgecilik tek yumurta ikizlerinden bile daha yakın birbirine ve ne “Flory” ne de “Dr” olmak isteyenler olarak, onu ve özgürlük için çaresiz olmadığımızı biliyoruz.
Doktor alçalmış kişiliğinin çatlak sesiyle: “Şu perişanlığına, sefilliğine bakın. Ne kadar cahil? Böylesi cehalet Avrupa’da ancak akıl hastanelerinde görülür… Onu ancak bir Doğulu tanıyabilir, siz bir İngiliz centilmeni olarak onun bulunduğu yere inemezsiniz” diyedursun, ötekileştirme, tahakküm, talan ve sömürgenin her türlüsüne muhalif ve engel olmanın ışıklı şarkısını hep okuyacağımızı biliyor, sömürgeci-faşistin hor görüp böcekleştirmek isteyen bakışını içselleştirmek şöyle dursun, daima karşısında durarak Medusavari bakışlarımızla asla geçit vermeyeceğiz; ister mitolojik söylencelerde olduğu gibi taşa, ister çok sevdikleri silah ve zırha dönüşsünler, ama geçit olmayacak ya da Madrid Barikatları’nda hala yükselegeldiği gibi; No pasaran! Geçemezsiniz!
İşte Orwell orada; sömürge memurluğu gibi yüz kızartıcı bir “pozisyondan” Barselona direnişine ve antifaşist bir yaşam rüzgarına dönüşen hikayesiyle bize doğru geliyor, son üç sömürge vali-kayyumuna diyecekleri var belli ki. Belki de Burma’ya yollar onları ya da varoluş amaçları olan talan ve hırsızlığın tarihçesini hatırlatır onlara. İşte Orwell geliyor.
* Bu yazı gazetekarinca.com’dan alınmıştır.