Bugüne kadar tarih sahnesinde yer alan bütün üretim tarzları, verili tarihsel koşullar içinde insanların toplumsal ve biyolojik varlıklarını sürdürmesini sağlayan kullanım değerlerini üretebilmelerinin etkili bir yöntemini sağlayarak var oldular. Sermaye de meta üretimi de kapitalizmden önce vardı. Kapitalizmi kendisinden önceki üretim tarzlarından ayıran yöntemsel özgünlük ne sermayeyi ne de meta üretimini yaratmış olmasıdır. Kapitalizmin özgünlüğü sermayeyi, meta üretimini bütün kullanım değerlerini içine alana ve bütün insanları, gereksinim duydukları kullanım değerlerine ancak meta biçimi altında ulaşabilecekleri mutlak bir mecburiyete tabii kılana kadar genişletmeye yönelen bir “genişletilmiş yeniden üretimi döngüsü”ne sokmasıdır. Kapitalizmin büyük vaadi, sermayeyi, insanların arzu ettikleri her şeyi meta üretiminin içine alan bir karadeliğe, insanları ise tüm arzularına ancak ve yalnızca müşteri olarak ulaşabilen toplumsal varlıklara dönüştürmektir.
Sermaye için kullanım değeri, ancak kullanım değerini içeren şeyin taşıdığı değişim değerini gerçekleştirmesi, yani o şeyi arzu eden insan tarafından satın alınmasını sağlaması bakımından önemlidir. Sermaye için “kullanım değerinin kullanım değeri”, değişim değerini gerçekleştirme gücündedir. Kullanım değerlerini yalnızca değişim değerlerini gerçekleştirmek için üreten bir sistem olarak sermayeye dayalı üretimin ayakta kalmasını sağlayan başarısı, bu şekilde insanların toplumsal ve biyolojik varlıklarını sürdürmesini sağlayacak çap ve çeşitlilikte bir kullanım değerleri kitlesini üretebilmesindedir.[1]
Sermayeye dayalı üretimin genelleşebilmesi için, emek-değer yasasının geçerli olduğu bir toplumsal zeminin ortaya çıkmasına ihtiyaç vardır. Bu zemin bütün metaların birbirleri karşısındaki değerlerinin saptanmasını sağlamak üzere her bir malın üretimi için gerekli ortalama toplumsal emek zamanını fiilen hesaplanabilir hale getiren bir değişim (alış-veriş) örüntüsü içinde gelişir. Bu süreç, malların birbirlerine karşı değerlerinin “gelenek ve alışkanlıklar tarafından saptanmış” gibi görünmesine sebep olacak kadar uzun bir tarihselliğe sahiptir. Değişim süreci ve değişim için üretim, kapitalizmin ortaya çıkışından çok önce başlamıştır ve bu nedenle metaların birbirleri karşısındaki değerlerinin onların üretilmesi için gerekli ortalama toplumsal emek zamanına göre oluşması ve satış fiyatlarının bu değerlere bağlı olarak belirlenmesi için kapitalist üretim tarzının doğuşunu beklemek gerekmez. Bu aynı zamanda kullanım değerlerinin toplumsal üretimi için sarfedilen bütün bireysel somut emeklerin (sarfedilen toplam toplumsal emek zamanı olarak) içerisinde kaynaştığı bir “soyut emek” toplumsallaşmasının ortaya çıkması için de kapitalizmi beklemek gerekmediği anlamına gelir. Dolayısıyla, metaların içerdikleri “değer”in, yani onların üretimi için gereken ortalama toplumsal emek zamanının ve de dolayısıyla üzerinden “toplumsal soyut emek” soyutlamasının yapıldığı “kullanım değerleri üretmek için toplumsal olarak sarfedilmiş toplam emeğin” yalnızca “emek gücü”nden ve daha da ötesi yalnızca “ücretli emek”den oluşması tarihsel bir gerçek ve bir zorunluluk değildir. Bununla birlikte sermayeye dayalı üretimin genelleşmesi ve meta üretiminin toplumsal üretimin başlıca formu haline gelmesiyle birlikte değişim süreci öylesine genişlemiş ve hızlanmıştır ki, “ortalama emek verimliliği”, “malların üretilmesi için gerekli ortalama toplumsal emek süreleri” gibi parametrelere temel oluşturan “toplumsal üretim için sarfedilmiş toplam emek kitlesi” (yani toplumsal soyut emek) toplam meta üretiminde sarfedilen emek gücü örneklemine indirgenebilir. Marx’ın sermayenin genişletilmiş yeniden üretimini konu alan “mantıksal modeli”nin bu indirgenebilirlikten hareket ettiği kanısındayım.
Bu girişten sonra, bütün bunların kapitalizmin bugünkü dünyasında ne anlama geldiğine geçelim.
Bilindiği gibi sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi, kapitalizmin zorunlu bir hareket ilkesidir. Toplam değer üretiminin sabit bir seviyeye ulaşması halinde, sermayenin genişleme ivmesi düşmeye başlar ve yıllar, en fazla on yıllar içerisinde sermaye çevrimi basit yeniden üretime dönüşür. Bu noktaya gelindiğinde ise kapitalizm sürdürülebilir olmaktan çıkar. Kar etmeyen bir kapitalizm, kalbi atmayan bir insandan daha ölüdür.
Kapitalist üretim sisteminin değer (değişim değeri) üretme kapasitesinin metaların üretimi için işe koşulan emek güçleri toplamıyla sınırlı olduğunu varsayarsak, proleterleşmenin nufus açısından sınırına dayandığı bir dünyada, üretilebilir değer kitlesinin de sınırına gelinmiş olur ve kapitalizm hızla nihai çöküşüne ilerler.
Ancak gerçek durum sanki bu şekilde gelişmiyor. Proleterleşme nufus bakımından sınırına ulaştı-ulaşacak bir seviyeye gelirken, daha önce değer üretiminin kaynağı olmayan “insan çabaları”nın değer üretmeye başladığını düşünüyorum. Emek yerine “insan çabası” ifadesini bilinçli olarak kullanıyorum. Değer üretiminin bugünkü kaynaklarından birinin emek gücü biçiminde olmayan insan emeğinin değişik biçimleri olduğundan kuşkum yok. Ama aynı zamanda herhangi bir üretim kastı olmaksızın kullanım değeri üreten insan çabalarının meta biçimi kazandırılan ürünlerinde içerilen ciddi bir değer kitlesi de var.
En bilinen (ama bu nedenle çok fazla çağrışımı harekete geçirdiğinden amacıma uygun bir biçimde anlatabileceğimden ve istediğim şekilde anlaşılacağımdan çok da emin olmadığım) bir örneğe bakalım: Ödenmeyen emeğin değere dönüşümü. Bu emeğin klasik iki formu, sömürge halklarının el konulmuş emek ürünleri ve ev içi kadın emeğidir.
Bu yazıda yalnızca sömürge halklarının el konulmuş emek ürünlerinin değere dönüştürülme mekanizmasına ve bu düzeneğin günümüzdeki bir karşılığına kısaca değineceğim.
Klasik sömürgecilik, açık işgal üzerinden oluşturulan ticaret tekeli (satma ve alma zorunluluğu) ve zorbaca vergilendirme (ör. Tuz Vergisi) yoluyla ürüne el konulmasına dayanır. Sömürge halklarının emek ürünleri bu yolla sömürgeci ülkelere aktarılır. Sömürgeci ülkeye aktarılan bu ürünler, piyasada “yok pahasına” satılmazlar elbette. Arz-talep dengesine göre fiyatlanarak, meta dolaşımına girerler, üretimi sürecine ve sermayenin genişletilmiş yeniden üretim sürecine katılırlar.
Sömürgecinin el koyduğu bu ürünler, sömürge insanlarının kendi tüketimleri için üretmiş olabilecekleri gibi satışa çıkarmak üzere üretmiş oldukları ürünler de olabilirler. Ama bunun, bu ürünlerin gaspedilip sömürgenin meta pazarına dahil edildiklerini izleyen değerlenme süreci açısından bir anlamı var mıdır? Bu ürünlerin üretiminde sarfedilen emek, sömürgeci ülkenin meta pazarındaki malların içerdiği toplam “emek zamanına” dahil olur mu?
Bu ürünleri pazara sunan sömürgeci kurum, sömürge halkının emek ürününü gasp etme yetkisine sahip olduğu gibi, ödenmemiş emek ürününü ülke pazarına yönelik olarak üretilmiş herhangi bir meta gibi, üretilmesi için gerekli ortalama toplumsal emek zamanını temsil eden bir meta olarak dolaşıma sokma otoritesine de sahiptir. Gaspedilen ödenmemiş emek ürünü dolaşıma sokulmuş ve değer kitlesi genişletilmiştir. Sermayenin genişletilmiş yeniden üretim sürecine, artık değerin yanında, ödenmemiş emek ürününde temsil edilen değer kitlesi de katılmıştır.
Burada gaspedilen malın içerdiği ve toplam değer kitlesini genişleten değerin kaynağı nedir? Değerlenme sürecinin ölçeğini sömürge ülkedeki el koyma sistemini de içine alacak şekilde genişletmezsek, değerin kaynağını sömürgeci ordunun ve memurlarının “yüksek verimlilikteki” “gasp emeği” ile sınırlamamız gerekir. Kapitalist değer üretiminin ölçeğini sömürge ülkedeki el koyma sistemini de içine alacak şekilde genişletirsek, o zaman “gasp emeği”nin ötesine geçebilir, sömürge halkının ödenmemiş emeğinin de sermayenin genişletilmiş yeniden üretim sürecine katıldığını düşünebiliriz. Bu durumda, meta biçiminde olmayan, hatta ürününü değişime sunma amacı da taşımayan bir emekle üretilen kullanım değerlerinin değer içeriği ve meta biçimi kazanmasından söz etmiş oluyoruz. Karşılığı ödenmediği için bu malların içerdikleri artık değer oranının %100’e yakın olduğunu, dolayısıyla muazzam bir göreli artık değer kaynağı oluşturduğunu söylemeliyiz.
Günümüz dünyasında giderek daha büyük bir yer tutmaya başlayan sanal ticaret, eğlence ve iletişim platformlarında “ürettirilen” kullanım değerlerine, bu kullanım değerlerine kazandırılan meta biçimlerine yakından bakarken, sömürgeci devlet ile sömürge halkının ödenmemiş emeği arasında kurulan ilişkinin benzerlerini görür gibi oluyorum. Sömürgeci orduların, memurların ve şirketlerin temsil ettiği “yüksek verimlilik ve nitelikteki emeği”ne karşılık gelen bir mühendisler, programcılar, elektronik-haberleşme altyapısı üreticileri ordusu; bu ordunun entegre olduğu muazzam bir kapitalist üretim, dolaşım ve finansman ağı; ve bu ağ içinde kullanım değerleri ürettiğinin farkında olarak işlerini yapmaya, hayatlarını sürdürmeye, sosyalleşmeye, dinlenmeye çalışan insanların ödenmeyen çabaları ve emeklerinin yüksek değer ve artık değer içeren “ürünleri”. Bu “ürünler”in büyük bir çoğunluğu konvansiyonel kullanım değerlerini değil, yeni kullanım değerlerini içeriyor. Üretim ve dolaşım hedeflerinin belirlenmesinde muazzam avantajlar sağlayan big data çıktıları, hedef kitleler, özel etkileşim ortamları gibi bizzat insan arzularını, toplumsallığını, eğilimlerini vb. mal haline getiren, tüketiciyi imal eden bir yeni “meta üretimi” alanıda oluşuyor bu yeni kullanım değerleriyle. Bu yeni meta üretimi alanı, insanın “emek gücü” kapsamında olmayan, mesai anında ve boş zamanında harcadığı emek ve çabayı “sömürgeleştiren” bir sermayeye dayalı üretim genişlemesi anlamına geliyor.
[1] Kapitalizm kendisini soyut olarak olanaklı hale getiren bu şartı karşılamadan çok önce varlık, siyasi egemenlik ve toplumsal geçerlilik kazandı. Ancak bu durum, “çalışabilir ve çalışan bir model” olarak kapitalizmin temel mekanizmasının planını geçersizleştirmiyor.