Üçlü Zirve’yi ekranlarda ağzınız bir karış açık, pembe hayallere dalarak seyrettiniz değil mi?
Seyredin.
Ama bilin ki geleceğinizi seyretmektesiniz.
Karanlık geleceğinizi.
Gerçi “o zamanlar” TV yoktu. Gazete dediğini ise Osmanlı ahalisinin olsa olsa on binde biri ya okuyor, ya da okuyamıyordu. Buna karşılık mahalle kahvelerinin peykelerine kurulup nargile fokurdatan İttihatçılar “canlı yayın” yapıyorlardı.
Balkan Harbi’nden perişan çıkmış zavallı köylüler, tıpkı şimdi sizler gibi, ağızları bir karış açık, pembe hayallere dalarak Almanlarla yapılan ittifak hakkında İttihatçı’nın masallarını dinleye dinleye mayışıyorlardı.
İttihatçı imam köy kahvesinde Enver, Talat, Cemal paşaların Almanya ile yaptıkları anlaşmalardan söz edip, “hazır ol cenge ister isen sulh-ü salah” deyince, köylüler yerlerinden kıpırdamadan, sanki aniden yekinir gibi “Ya Allah” diye mırıldanıyordu.
Enver ve adamları Osmanlıyı İtilaf Devletleri denilen Birleşik Krallığa, Fransa’ya ve Rusya’ya karşı, İttifak Devletleri denilen Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Birinci Dünya Savaşı’na sürüklemişti.
Sonrasını biiliyorsunuz.
Biliyorsunuz ama TV’lerinizde Erdoğan’ın “yeni müttefikleriyle”, Putin ve Ruhani’yle el ele, yanak yanağa verdiği pozlardan da “milli bir gurur” duymaktasınız. Bu pozlar kime karşı veriliyor, umurunuzda bile değil. Amerikalı tek kaşını kaldırmış size bakıyor; Avrupalı suratını azmış, siz TV izlerken o da sizi izliyor.
“Üçüncü Dünya Savaşı”nın “vekalet” aşamasından devletler arası çatışma aşamasına doğru adım adım yürüdüğü şu sırada Türk devleti her zaman olduğu gibi, bir saat pandülünün “tik taklarıyla” bir oraya bir buraya salınıyor.
Ve derken Erdoğan ABD’ye, yanlış duymadınız ABD’ye “onbeş gün mühlet” verdiğini Putin’le, Ruhani’nin yanında ilan ediveriyor. Ardından da Eylül sonunda, bu defa Trump’la yapacağı “kader” görüşmesine hazırlanıyor. Saat pandülü bir o yana bir bu yana salınıyor.
Her saatin bir sonu vardır. Pandül bir gün iniltili bir sesle duracak. Türk devleti artık hangi devletlere yanaşırsa yanaşsın, Üçüncü Dünya Savaşı’nın, hem suçlu, hem de yenilmiş devleti olarak barış masasında cezalandırılacak.
Devlet cezalandırılacak ama siz bu pandülün her salınımında yeniden ve yeniden cezalandırılmış olacaksınız. Ekonomik kriz derinleşecek, işinizden aşınızdan, evdeki huzurunuzdan, hele bir de “iç kargaşaya” düşüldü mü, çoluğunuzdan, çocuğunuzdan mahrum kalacaksınız.
İşte “Üçlü Zirve”yi ekranlarda merak ve heyecanla izlerken, aslında kendi trajik hikayenizi izliyorsunuz.
Şunu çok iyi düşünmek gerekir: Açın en “milli, Kemalist” gazete olan Cumhuriyet’i. Orada “Rusya ve Çin muhiblerinin” Türkiye’yi iteklediği felaket yolunun nasıl döşendiğini göreceksiniz. Siz görmeseniz bile, bu gazetenin yazarı Ergin Yıldızoğlu komşu köşe yazarı Güllüm’ün karanlık senaryosunda sizin başınıza neler geleceğini çok iyi gördü. Şöyle yazdı: “Bence en iyisi, “bağımsızlığı” bireysel hak ve özgürlüklerin sorun edilebildiği bir siyasi coğrafyanın içinde kazanmaya çalışmak.” Bu satır, hem Marksist, hem de ABD’ye de, AB’ye de ilkesel temelde karşı bir yazara ait. “Avrasyacılığın” tehlikelerini en iyi bilecek olan, o Avrasyacıların arasında yaşayandır.
Bence TV’de zaplayın. Muhalifleri arayın. Kürt halkının sözcülerine kulak verin. Çünkü onlar Türkiye’yi içine girdiği bataklıktan çıkartacak yegane yolu gösteriyor: Tek bir adım yeterli olacak… Kuzeydoğu Suriye’deki özerk yapıyı resmen tanımak ve zaman yitirmeden Kürt sorununda eşit haklı bir çözüm yoluna girmek.
O anda iç huzur sağlanır, Türkiye’nin Akdeniz’den başlayıp Ermenistan sınırına kadar dayanan sınırlarında, öyle ABD ile birlikte dayatılan “yapay” bir “güvenli” bölge değil, Türk ve Kürt kardeşliğine dayanan, çepeçevre “doğal bir güvenli” bölge ortaya çıkar.
İşte o zaman, Suudilerin İran tarafından bombalanmasıyla pimi çekilen muhtemel bir savaşın dışında kalmak, Türkiye’yi dağılmaktan korumak mümkün olur.
“Ya Kürtler ayrı devlet kurarsa”? Bu soruyu sorduğunuzu biliyorum. Size “kurmazlar” demeyeceğim. İnanmayacaksınız. Ama Ülkenizin tümü tehlikededir. Siz Kürt devletini önleyeceğim derken, Türkiye saatinin pandülü durmak üzeredir. Çin’in, Rusya’nın, olmadı ABD ve AB’nin, bu defa en küçük bir insaf beklemeden, zavallı bir sömürgesi olabilirsiniz.
“Kürt bağımsız olmasın” derken, ülkenizin, elde avuçta kalmış son bağımsızlık kırıntılarını da kaybedersiniz.
Seyretmeyin.