Savaşın, çatışmanın olduğu her yerde insan acıları da vardır. Kadınlar, erkekler, çocuklar birbirleriyle yarıştırılmayacak acılar yaşarlar. Savaş acılarının yarattığı travmalar, bazen bir ömür boyu devam eder. İşte bugün savaş acılarının bir “yarışa” tabi tutulduğu ortada, “insanlık dışı” bir süreç yaşamaktayız. Bazı acılar “resmi” bazı acılar, “ gayri resmî” anneler üzerinden sistem acı yarışına girişmiş durumda. Bu durumun tek bir çaresi var, savaşa çatışmaya karşı çıkmak. Yüksek sesle barışı talep etmek. Üstelik savaş acıları sadece anneler açısından da yaşanmıyor.
Dünyada yaşanan savaşlarda, kadınlar savaşın ilk mağduru olmuşlardır. Savaş şiddeti meşrulaştıran ve bu meşrulaşan şiddetin ilk mağduru da kadınlar ve çocuklar olur.
90’ların sonu idi yaşlı bir baba ofise geldi. 5 yıldır görmediği kızının yakalandığını öğrenmişti. Bir buçuk ay aradıktan sonra kızının Diyarbakır cezaevinde tutuklu olduğunu öğrendik.
Görüşmeye gittiğimde, yanıma gelen B’nin perişan bir halde olduğunu gördüm. Anlatmaya başladı, 66 gün boyunca Silopi Jandarma karakolunda aralıksız her gün, cinsel saldırıya maruz kalmış.
Ben hemen suç duyurusunda bulunalım, seni doktora sevk ettirelim, dedim. “ Yok biraz beklemek kendime gelmek istiyorum” dedi.
Bir süre sonra tahliye oldu. Ve beni arayarak, “ Ben suç duyurusunda bulunmayacağım çünkü babamı üzmek istemiyorum” dedi.
İşte kadına yönelik savaş ve şiddet böyle bir şey. Savaşı çıkaran “ militer erkek şiddeti” tüm algılarınızı da belirliyor.
Şimdi bu kadının yaşadığı savaş acısını nasıl tanımlayacağız. Bu kadın nerede oturup anlatacak acısını?
Silopi Jandarma Karakolu önünde mi?
Mümkün mü?