Sağlık sorunlarımdan dolayı ilk kez bu kadar uzun süre bu köşeden ve okurlarımdan uzak kalmak zorunda kaldım. Elimde olmayan nedenlerden olsa da düşüncemi siz okurlarımla paylaşma olanağım olmadığı için özür diliyorum. Şimdiye kadar değişik adlarla çıkmış, içerik ve amaç olarak değişik gazetelerimizde tam 13 yıldır her hafta kesintisiz yazıyorum. Bu süre içerisinde son durumumu bir tarafa koyarsak, şimdiye kadar dört hafta üst üste yazamamazlık yapmamışımdır.
İşin özüne dönersek: Sizlerden uzak kaldığım bu süreçte hem dünyada, hem Ortadoğu’da ve de hem de ülkede çok hızlı politik değişikliklerin yaşandığını söylemek abartı olmayacaktır. Çok kısa özetler şeklinde de olsa yaşananların hepsine değinmek olası değil. En çok ilgi odağımızdaki konulara özet olarak değinirsek, öncelilikle şunu söylemek yerinde olur: Ortadoğu politik olarak alt-üst olmuş durumdadır. Başta Türkiye olmak üzere Suriye batağına girmiş olan ülkeler deyim yerindeyse “züğürt ağa” durumundadırlar. Bu tespitin ışığında bizi en çok ilgilendiren olaylardan biri son günlerde HDP heyetinin Güney Kürdistan’a yaptığı ziyarettir. Hem zamanlama açısından önemli bir ziyaret olmuş, hem de konuşulan konuların içeriği itibariyle başta Kürt halkı olmak üzere tüm Ortadoğu halkları için büyük bir önem taşımaktadır. HDP heyetinin Güney Kürdistan’ın tüm irili ufaklı partileri arasında ayırım yapmadan hepsiyle görüşme yapması Kürtlerin ulusal demokratik birlikleri için çok önemli olduğu gibi, Ortadoğu halklarının demokratik mücadeleleri için de önemli bir katkı olmuştur.
Yapılan konuşmaları içeriği, özellikle Kürt sorununun şiddetten uzak demokratik yöntemlerle ve adalet çerçevesinde çözümünün istenmesi bir başka önemli bir konuya işaret etmek olmuştur. Bir kez daha Kürt sorununun şiddetten uzak ve diyalogla çözülmesi istemi, bölgede savaş tamtamlarının tırmandığı bir döneme rast gelmesi önemli bir uyarıdır. Irak Devlet Başkanı Berhem Salih’in HDP heyetini “babasının” evinde ağırlaması, başka bir Kürt misafirperverliği olmuştur. İkincisi, dikkatlerden kaçmayan “Suriye sınırında güvenlik koridoru oluşturmak” tekerlemesidir. Her şey bir tarafa AKP-MHP iktidarının gerçek amacı asla “güvenli bölge” oluşturmak değildir. Yapılmak istenilen şey o bölgeyi orada yaşayan halklardan arındırarak boşaltıp, yerlerine istedikleri “Suriyeli” nüfusu yerleştirmektir. Yani “boşaltma” yoluyla asimilasyon yapmaktır. Bunun zor kullanarak yapılmaya kalkışılması ise soykırımdan başka bir şey değildir. Yoksa “kimsenin” masumane amaçlarla alınacak bir “güvenlik” tedbirine itirazı olmaz. Sınırı boşaltarak “TOKİ” eliyle evler yapmak ve oralara “kara cübbelileri” doldurmaya çalışmak AKP-MHP iktidarının Kürtlere ve demokratik Suriye güçlerine karşı yaptıkları uygulamaları göstermeye yetmektedir. Üstüne üstlük bu iktidarın tüm uluslararası “nükleer silah anlaşmalarını” hiçe sayarak “nükleer silahlar edineceği” sözleriyle dünyaya meydan okuması başlı başına bir maceradır. Bu meydan okuma bir blöf olsa da ve “sınırları açarız, mültecileri Avrupa’ya salarız” sözleriyle birlikte ele alındığında bu iktidarın karakterini ve yapmak istedikleri pratik uygulamaların ne olacağını göstermeye yetmektedir. Kimsenin artık bu iktidarın palavralarına inanmadığı doğrudur. İdlip’te, Efrin’de vb. yerlerde kendi gözlem kulelerini koruyabilmek için bile kapı kapı dolaşan, dilencilik yapan bu güçlere kimse inanmaktadır… Üçüncüsü, 31 Mart yerel seçimlerinin ertesi günü kayyım olan valilerin 1 Nisan günü Diyarbakır, Van ve Mardin’in demokratik bir şekilde seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınması için içişlerine mektup yazması ve ardından “ben yaptım oldu” anlayışıyla ve yalan-dolana dayanan gerekçelerle görevden alınmaları bir skandal olmuştur. İstanbul başta olmak üzere kimi batı illerine de kayyım “atanacağı” tehditleri gölgesinde CHP’li büyükşehir belediye başkanlarının köşkteki toplantıya katılmaları demokrasi güçleri açısından bir kayıp olmuştur. Bu aynı zamanda Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerine atanan kayyımı meşru olarak tanımaktan başka bir şey değildir. Bu reel uygulamalarla, şantajlarla, tehditlerle başta Kürt halkı olmak üzere tüm demokrasi güçlerini esir almak ve demokrasinin geriye kalan kırıntıları da ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Dördüncüsü, tam da bu noktada demokratik mevzilerde direnmek gerekir. Demokratik kitle çıkışları antidemokratik uygulamaları durduracak temel mücadeledir. CHP daha şimdiden “havlu” atmıştır. Ayrıca demokratik siyasetin devrimci bir çizgide toparlanması da daha bir önem kazanmıştır. Kongre sürecini yaşayan demokratik yasal siyaset, “devrimci rotayı” güçlendirebilecek mi? Kürt halkının geliştirdiği demokratik fikriyatı kavrayıp, devrimci hareketin uyarılarına kulak verip “yenilenmeyi” sağlayabilecek mi? Gidişata bakılırsa iyimser olmak için henüz erken görülüyor.