AKP iktidarı, 450 milyar doları aşan dış borçların vadesi gelen kısmını ödeyebilmenin yollarını ararken hazineye bağlı ‘Borçlanma Genel Müdürlüğü’ kurdu. Diğer yandan ‘Kentsel Dönüşüm Anayasası’ açıkladı. Bu anayasanın geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde büyükşehir belediye başkanlarıyla bir araya gelinmesinden hemen sonra açıklanması ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Nihat Kurum’un ‘Kentsel Dönüşümün Geleceği’ne dair görüş alışverişinde bulunduklarını belirtmesi ve CHP’li belediyelerin toplantıdan memnun ayrılmış olduklarını açıklamaları dikkat çekici.
HDP’li 3 büyükşehir belediyesine el konulmasının ardından bu toplantının yapılması topyekûn bir sermaye saldırısının hazırlığına işaret ediyor. Külliye’de bir araya gelinerek konsensüs arandığı anlaşılırken, CHP’li belediyelerin de toplantıdan memnuniyetini belirtmiş olmaları aranan konsensüsün bulunduğunu gösteriyor. Kurum, toplantıdan o kadar mutlu ve umutlu ayrılmış ki, “Bugün ülkemiz için, şehirlerimiz için, yarınlarımız için tarihi bir güne şahitlik ediyoruz” sözleriyle ‘İnşaat Anayasası’nın 3 ilke ve 4 maddesini paylaşıyor.
İlk ilke yerinde dönüşüm! “Herkes kendi mahallesinde, komşularıyla birlikte, alıştığı, benimsediği çevreden kopmadan dönüşüme katılacak” diye belirtiyor. İkincisi gönüllü dönüşüm! “Vatandaşımızın rızası olmayan hiçbir kentsel dönüşüm projesinin altına imza atmayacağız” diyebiliyor. Üçüncüsü ise hızlı dönüşüm! Bu da bu dönüşüm işine hızla girişeceklerini gösteriyor. Kentsel dönüşüm anayasasının 4 maddesi ise, “Deprem riski altındaki yapıların ve alanların dönüşümü, sel ve heyelan riski altındaki alanların dönüşümü, tarihi kent merkezleri ve meydanların dönüşümü, sanayi alanlarının taşınması ve dönüşümü” olarak ifade ediyorlar.
‘Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz’ diye bir söz vardır. Bakan Kurum, dünü unutup bugüne bakmamızı öneriyor. Kurum yaptığı açıklamada, “Her zaman söylüyoruz, depremle mücadele terörle mücadele kadar önemlidir, hayatidir” sözleriyle yüzbinlerce kişinin nasıl terörist sayılarak cezaevlerine tıkıldığı, işlerinden atıldığı ve HDP’li belediyelere nasıl el konulduğunu hatırlatıyor. Bu sözle agresif bir tarzla kentsel dönüşüme başlayacaklarını ve itiraz edenlere nasıl davranacaklarının mesajını veriyor. Depremle lafla mücadele eden iktidarın, 2002’de İstanbul’da belirlenen deprem toplanma alanı 496 iken bu alanların dörtte üçünün imara açıldığını ve yerlerine rezidanslar ve AVM’ler yapıldığını unutmayalım.
Ayder Yaylası! evet adı üstünde burası bir yayla. Bu yaylada kentsel dönüşüme kalkışan iktidarın, yaylayı kente çevireceğinden hiç kuşkumuz yok. Yine Karadeniz’de sel ve heyelanların kendi yaptıkları sel önleme duvarları, HES’ler ve yapılan büyük barajların iklim değişikliğine neden olmasından dolayı yaşandığı unutulmamalı! Tarihi kent merkezlerinde ve meydanlarında nasıl dönüşüm yaptıklarını, Taksim Meydanı’na veya Beyazıt Meydanı’na bakarak anlayabilirsiniz! Örneğin İstanbul’da sanayi alanlarının Trakya’ya taşınarak Trakya’nın nasıl zehirlendiğini mutlaka hatırlayın ve 4. madddenin nelere yol açabileceğini düşünün.
Külliye’de sağlandığı anlaşılan konsensüse rağmen tüm bunları yapmak içinse para lazım. Türkiye devletinin kefil olmasına karşın şirketler artık dışarıdan uygun faizli borçlar bulamıyor. Bir de birikmiş 495 milyar dolar borç kredi imkanlarını kısıtlıyor. Kredi fonları kredi verirken karşılığını görmek istiyor. Köprülere verilen araç geçiş sayısı gibi garantiler fonların hoşuna gidiyor. Türkiye’ye ‘geleceksen bize böyle gel diyor.’ Kredi veririm ama şu kanunları kaldır, şu kanunları yap diye emrediyor. Doğal yaşam alanlarını maden ve enerji şirketlerine aç ve önündeki tüm engelleri kaldır! İşte o zaman sana kredi verebiliriz diyor.
İktidarın hayalini kurduğu ve CHP’li belediyeleri de bu hayale ortak etmeye çalıştığı bu iş için para olmazsa olmaz! Bu anlamda kredi fonlarına nasıl sözler ve vaatlerde bulunulacak bilmiyoruz. Kurulacağı açıklanan ‘Borçlanma Genel Müdürlüğü’ bu amaçla MTA’nın yaptığı gibi eline yağma planlarını alıp fon-fon, ülke-ülke gezecek ve fonlardan alınan yüksek faizli kredilerle öncelikle kendi çeperindeki şirketleri besleyecek, biraz da bu yağmaya ortak ettiği farklı parti belediyelerinin çeperlerindeki şirketlere pay verecek. Eğer bu süreç gerçeğe dönerse vadesi gelen borçları biraz daha öteleyecek. Ama nereye kadar? O borçlar asla ödenemeyecek ve Türkiye halklarının tepesinde tepinip daha da fazla sömürülecek ve aynı zamanda doğal yaşam alanları bugüne kadar yaşananları rahmetle aratacak boyutta saldırıya uğrayacak.