Geçen haftanın en önemli siyasi gelişmesinin Erdoğan’ın büyük şehir belediye başkanlarını Saray’a davet etmesiydi denilebilir. Bu gelişmenin önemli olmasının nedeni ise Erdoğan’ın onları saraya davet etmesinden çok onların (yani CHP’li başkanların) bu davete icabet etmeleriydi. Çünkü ne de olsa Erdoğan’ın bu mahalli seçimlerdeki davranışı demokratik olmaktan çok uzaktı ve İstanbul seçimleri özelinde de bu antidemokratik anlayışının net bir biçimde ortaya koymuştu. Hatta İstanbul seçimlerindeki tutumundan giderek kamuoyunda “Erdoğan’ın seçimlerle gitmeyebileceği” algısı oldukça geniş bir biçimde tartışılmıştı.
Ekrem İmamoğlu’nun sandalyesinin bacağının kırık olması notu bir yana basında yer bulan haberlerden anlaşılmıştır ki bu buluşmadan CHP’li başkanlar da memnun ayrılmışlardır. Tabii bu memnuniyet açıklamaları kimi stratejistler açısından yeni bir siyasi dönem mi başlıyor diye sorgulanmaya dahi başladı. Öyle ya CHP’yi bile “teröre destek veriyor” diye topluma şikayet eden, Diyarbakır belediye başkanı Selçuk Mızraklı’yı ziyaret etti diye Ekrem İmamoğlu’nun “terörle dirsek teması” içinde olduğu iddiasında bulunan, Cumhurun Başkanı mı yoksa AKP’nin Başkanı mı belli olmayan Erdoğan’ın davetine icabet etmek nasıl bir siyasi anlayışın ürünü olabilir ki?
Öyle anlaşılıyor ki CHP yöneticileri, başta Kılıçdaroğlu olarak, AKP’nin kutuplaştırıcı ve çatışmacı yaklaşımlarının Erdoğan’nın işine yaradığı düşüncesinden yola çıkarak, AKP’ye ve Erdoğan’a karşı yumuşak bir dille mücadele etmeyi seçmiş görünüyorlar. O nedenle de Erdoğan’ın davetini tartışmaya dahi gerek görmeden kabul ettiler. Haklı da olabilirler. Bunu tam olarak bilmiyoruz. Ama bildiğimiz şeyler bu siyasi bakışın doğru olma olasılığının çok düşük olduğu yönünde.
Bunun en önemli nedenlerinden biri, Erdoğan bu davetle, dibine kadar yalan ve dolanla bulaşık bir biçimde HDP’nin yüzde 60’lar civarında oy oranlarıyla seçilmiş üç belediye başkanını görevden alıp yerlerine kayyum ataması biçimindeki antidemokratik tutumunu meşrulaştırmış olmasıdır. Erdoğan, CHP’nin yumuşak politikası üzerine çıkarak ve bu politikanın üzerinde tepinerek “sizden bir şey olmaz” mesajını topluma vermiştir.
Kutuplaştırıcı politikaların ve çatışmacı dilin onaylanması tabii ki mümkün değildir. Ama konu demokrasinin savunulması olduğunda tavizci bir tutum içinde olmak da aynı şekilde onaylanması mümkün olan bir tutum değildir. O nedenle de ülkede demokrasiyi radikal bir biçimde talep edenler açısından CHP bu davete icabet ederek sınıfta kalmıştır. Çünkü CHP, parti olarak, bu davranışıyla, derdinin, demokrasiden çok devlet olduğunu ortaya koymuştur. Oysa tarih göstermiştir ki devlete sahip olmak demokrasi olmadan faşizmin de arzu ettiği bir amaçtır.
Başkanlar da seçilmişlerin bir toplantısında, toplumun değil doğrudan Tayyip Erdoğan’ın atadığı “kayyumlarla” yan yana oturarak demokrasi söylemlerinin samimiyetini büyük ölçüde zedelemişlerdir.
Dolayısıyla Türkiye’de gerçek bir demokrasi mücadelesi gerçek demokratları bekliyor.
Amasız, fakatsız demokrasinin bu ülkede de gerçekleşmesi için mücadele edenleri…