AKP demokrasisinin armağanları!Amed, Van ve Mardin Büyükşehir belediyelerine kayyım darbesi ile el konulduktan sonra 26 Büyükşehir Belediyesi ve 3 kayyumla Saray’da yapılan görüşmede, Erdoğan 31 Mart seçimlerinde 73 bin insanın seçildiğini ve bunun Türkiye demokrasisinin zaferi olduğunu söyledi. Erdoğan’ın “demokrasi zaferi” dediği seçim sonuçlarının başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi.
AKP seçimlerden önce “Sandıktan istediğimiz sonuçlar çıkmazsa şuna buna bakmaz kayyım atarız” diyerek henüz sonuçlar ortada yokken bu demokrasi zaferine meydan okudu. İstanbul seçimleri “Hiçbir şey olmamışsa bile kesinlikle bir şeyler olmuştur” denilerek iptal edildi. YSK daha önce seçime girme yeterliliği tanıdığı KHK’li belediye başkanlarının mazbatasını iptal ederek “demokrasi zaferinin” sağlamlığını test etti. Seçim öncesi yaptığı tehditlerin gereğini yerine getiren iktidarın Amed, Mardin ve Van’a yaptığı Kayyım Darbesi bu “demokrasi zaferi” taçlandırılmış oldu. Haliyle dünya, ülkemizdeki bu demokrasiye gıptayla bakıyor!
Zaten ne geldiyse başımıza iktidarın aşırı doz demokrasi hassasiyetinden, ileri demokrasi inceliğinden geldi. Bu ileri demokrasi artık iktidar sahiplerini bile “kucaklamaya” başladı. Daha düne kadar düşüncelerinden dolayı kimse cezalandırılmıyor diyen Ahmet Davutoğlu ve ekibi yaptıkları eleştiriler nedeniyle bu ileri demokrasi ilkesi gereği ihraç ediliyor. İktidarın bugünlere gelmesinde pay sahibi olan Bülent Arınç, “Ahmet Türk terörist değil sadece barış isteyen bir insan” dediği için kendi partisi içindeki “tıfıllar” tarafından “Teröristlere göz kırpanların gözlerini oyarız” denilerek pek medeni bir şekilde imana davet ediliyor. Canan Kaftancıoğlu attığı bir kaç twit nedeniyle 9 yıl 8 ay hapis cezasıyla ödüllendiriliyor! Demirtaş, Yüksekdağ, Tuncel, Bakırhan, Tuğluk, Kışanak ve daha yüzlerce Kürt seçilmiş yıllardır F Tipi otellerinde konuk ediliyor. Bütün bu gelişmeleri iktidarın ülkemize sağladığı ileri demokrasi lütfuna borçluyuz. Allahtan başka ne istenir ki?
Keşke olsaydı ama maalesef bunların hiçbiri mizah değil. Yaşananları iktidar sahipleri aşağı yukarı böyle sahiplenip, pazarlıyor. O yüzden Amed, Van ve Mardin’deki 3,5 milyon insanın iradesinin yok sayıldığı, onca oyun ve kumpasın kurulduğu 31 Mart seçimleri ve sonrasında yaşananlar “demokrasi zaferi” olarak nitelendiriliyor. Elbette ki seçmen iradesinin her şeye rağmen ortaya koyduğu tercih demokrasinin zaferidir, ancak iktidarın bu iradeye karşı yaptıkları düpedüz kumpastır, hiledir, darbedir. Üstelik tam Erdoğan’ın bu sözleri sarf ettiği toplantıda, kayyımları eleştiren belediye başkanlarıyla “İşiniz dışında başka işlerle ilgilenirsiniz sizi pejmürde ederiz” diyerek tehdit eden İçişleri Bakanının aynı masada bir araya getirilmiş olması, bütün bozulmuşluğuna rağmen ancak iktidar sihriyle açıklanabilir. Bu kompozisyonun üzerinde de herkese ayar veren bir esas güç konumlandırılarak Saray’ın gücü mutlaklaştırılıyor. Garip olan sadece kompozisyon değil, bu toplantıda HDP’ye mesafe koymaları istenen muhalif belediyelere “Devri sabıkla ilgilenmeyin, aman ha bizim kadrolarımızı işten çıkarmayın” denilerek yapmaları gereken belediyecilik tarif ediliyor. Eh bundan ala demokrasi mi olur!
İktidarın demokrasi ile ilişkisi ne kadar sahteyse gözü yaşlı annelerin acılarına karşı sergilenen tutumda o kadar sahte. 40 yıllık savaşta yüreği yangın yeri hiçbir annenin acısıyla ilgilenmemelerini, hatta feryat figan evlatlarını arayan annelere yaptıkları zulümleri bir yana bıraksak bile, sahte yaklaşımlar evlat acısını dejenere ediyor, aşındırıyor. Günlerdir, annelerin acıları üzerinden tepinen onu magazinleştiren iktidar yanlısı medyanın gerçekten derdi annelerin acısı olsaydı öncelikle 40 yıldır bu ülkede anneler neden ağlıyor sorusuna cevap arardı. Eskiden Avrupa Birliğinin yolu Diyarbakır’dan geçiyordu, şimdi özel operasyonların, kayyımların yolunu geçiriyorlar Diyarbakır’dan. Kendi elleriyle besleyip büyüttükleri sorunların sonuçlarından da HDP’yi ve dahası yine Kürdü sorumlu tutarak.
HDP’yi dağa çıkışlarla ilişkilendiren herkesin çok basit bir şekilde hatırlaması gereken bir hakikat var. Kürt sorunu nedeniyle dağa çıkışlar 1979 yılında başladı. O tarihten beri binlerce insan dağa çıktı. Yani tam 40 yıldır bu sorun var. HDP ise şunun şurasında 7 yıllık bir parti. Yani HDP portakalda vitamin bile değilken bu sorunlar vardı. Hatta 1925, 1929, 1938’de insanlar dağın yolunu tuttuğunda ortada PKK bile yoktu. Buna karşılık devlet 100 yıldır ya bitecek ya bitecek diyerek operasyon üzerine operasyon yaptı. Daha bir kaç ay önce İçişleri Bakanı dağa çıkışları bitirdik diyordu, şimdi o bitmiş meseleden HDP’yi sorumlu tutuluyor.
Bütün bunları iktidarın ülkeye armağan ettiği “ileri demokrasi, demokrasi zaferi” ve onun sonucunda yarattığı parlak fikirler sayesinde yaşıyoruz. Bu aklı eleştirmek sadece bu iktidarın demokratik kriterlerine göre “suç, ayıp” değil aynı zamanda dinen de caiz değildir!