Yüzme biliyor musunuz? Bugüne kadar görmediğiniz harika bir fırsat, yakında bizim de ayaklarımıza gelecek ve artık siz de yakın bir gelecekte doğrudan radyoaktif içinde yüzebileceksiniz. Yüzme bilmiyorsanız da üzülmeyin, mutlaka bir şekilde balık ya da bir deniz ürünü olarak filan sofranızda yer alacaktır. Biraz daha ileri gideyim, çok önemli değil ne yüzerim ne de balık yerim, belki Mardinliysem de midye satışıyla ilgim yok beni çok ilgilendirmiyor da diyemezsiniz, çünkü denize salınmış radyoaktifli suyun yağmurlarının altında, Üsküdar’a giderken alan bir yağmur altında mesela, -atı alanın geçtiği Üsküdar, hani şimdi yemek zorunda kaldıkları at- radyoaktif ıslatana maruz kalıp yine kanser olacaksınız. Yağmurda da çıkmam diye ısrar edin siz ve belki vegansanız da, kıvırcık salata yerken mesela, radyoaktif yağmurla büyümüş, besili, kıvır kıvır ve yeşil, ondan kapacaksınız. Kurtuluş yok ne yazık ki radyoaktiften çok başımıza…
Japonya çevre bakanı -üzülerek, öyle dedi konuşurken- açıklama yaptı. Fukuşima nükleer santralinin atık suyunu -1 milyon ton diyorlar ki resmi açıklama bu, bir de bürokrat ve devlet yalancılığını ekleyin bunun üstüne- okyanusa boşaltacaklarını söyledi. Kazadan sonra 320 milyon dolar harcayarak yaptıkları duvarlar ve ayrıca maliyetini bilmediğim su tanklarına sığmıyormuş. Okyanusa verecekler gidecekmiş nükleer atık ve bizim cehenneme kadar yolumuz var yani…
Ne güzel fırsat yakın bize de. Mersin ve Sinop nükleer santralleri ile hizmet ki radyoaktif diyoruz buna biz ayağımıza gelecek. Eh tabii ki bu resmi rakamla 1 milyon ton radyoaktiften, Japonya biraz uzak diye daha az etkilenip yakalandığımız kanserin yavaş işleyen bir tür olduğuna sevinip, kendi irademizle radyoaktife salamura gibi yatarak, ölümümüzü erteleyebilirsek, yerli ve milli radyoaktifle ölme şansına sahip olabiliriz.
Dünyanın merkezine yerleşmiş ekolojik krizin eşiğinde, hatta sadece çocuklarımıza değil kendimizin bile çok yakında yaşayabileceği bir dünyanın kalıp kalmayacağına emin olamadığımız, dört bir yandan, önce yoksullardan başlamak üzere bütün insanlığın yok olacağı bu günlerde, 1 milyon ton radyoaktifli suda yüzmek pek dehşet verici gelmiyor bana. Son günlerimizi ve son gücümüzü kulaç atarak geçirmek, hastane koridorlarında radyoaktif sırası beklemekten daha eğlenceli geliyor gerçekten…
Ve hâlâ ‘ekoloji’yi taktiksel bir şey ve kenar süsü zannedenler için yazdığım bir yazı bu.
Ve de hâlâ kanserin nedenini bulamayan bilim insanlarına söylemeliyim ki kapitalizmden- endüstriyalizmden başka bir şey değil bu neden. Eğer yıkabilirsek bunu, geriye ne kanser kalacak ne de devlet başkanları…