HDP Diyarbakır İl Örgütünün önündeki Türkiye siyasi tarihinde eşi görülmemiş tezgah sürüyor. “Çocuklarından haber alamayan aileler” güya “dağa kaçırılmış” çocuklarını istesinler diye HDP’ye yönlendirilmişler, orada öyle oturuyorlar; şimdilik. HDP’yle görüştükleri bir şey, aldıkları almadıkları bir yanıt yok. Hiçbiri ötekini o kadar da tanıyor değil. “Oturun” denmiş, oturuyorlar. Dört yıl önce Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin önündeydiler…
Bugün HDP’yi adres gösterenlerin yarın parmaklarını nereye uzatabileceklerini kestirmek kolay değil. Aileler onların her istediğini yapar mı orası da meçhul. Ancak bu curcunaya ilişkin yayınları didikleyince olan bitenin “çocuklar” ile bir ilgisi olmadığı gibi, orada bir araya gelenlerin aynı türden insanlar olmadığı da kendiliğinden ortaya dökülüyor. Mızrak çuvala sığmıyor ama Erdoğan medyası köpürtmeyi sürdürüyor. DHA’nın 9 Eylül tarihli haberi de bu cinsten: “HDP önündeki eylemde yedinci gün; çocuklarını isteyen aile sayısı 18’e çıktı.”
Listeyi elimize alınca anlıyoruz ki, sayı 18 denmiş ama aslında 17. Devamla, peşine düşülen “çocuklar”ın yaşlarına bakıyoruz: 18, 18, 24, 34, 28, 22, 25, 22, 20, 19,19, 21, 19, 19. Çocuk yaşta sadece iki kişi var: 14 ve 16. Bir kişinin de yaşı verilmemiş, ama “astsubay” dendiğine göre 20’den büyük olmalı. Görece daha büyüklerin bir zamanlar çocuk olmuş olmak dışında “çocuk gündemi”yle de bir ilgisi yok. Onlar, çatışma ortamında PKK tarafından “esir” alınan asker ve polisler. Öte yandan, bazı aileler “kaçırılan” değil “kaybolan” çocuklarının peşinde. Araştırmacı gazeteciler, bazı “aileler”in de “dağda, örgütte” yakınları olmadığını, bazılarının ise kayıp çocuklarını önce “Müge Anlı’nın programı”nda arayıp eli boş dönen, şanslarını “bir de bu tarafta” denemeyi seçen kişiler olduğunu ortaya çıkarıyorlar.
Bunca kargaşa, kıyamet içinde “çocuk”la ilgili mutlak gerçek şundan ibaret: “Aileleri” HDP önünde gösteri yapanlardan sadece ikisi “çocuk”. Anne babalara sorsanız, çocukları 90 yaşına da gelse hep çocuktur ama, şimdiki zamanda, gerçekten çocuk olan ikisi dışındakilerin hepsi hukuka göre de geleneğe göre de ergin insanlar. Cezalandırılma ehliyetleri, kimseden izin almadan dilediklerini yapmaya hakları var. Seçme hakları, şu ya da bu partiye oy vermeye hakları var. Evlenmeye ve çocuk sahibi olmaya, hatta cinsiyet değiştirmeye hakları var… Evden ayrılırken kimseye haber vermeye mecbur olmadıkları gibi eve dönmeye de mecbur değiller. Anne babaları karakola gidip, “oğlum-kızım evden kaçtı” dese, polisin yapabileceği bir tek işlem yok.
HDP önünde “çocuğumu örgüt kaçırdı” diye gösteri yapanlar diyelim ki “kederden” ve “öfkeden” HDP’ye yönelik bir tertibin içine itildiklerinin idrakına varamadılar ama yaptıklarının oğullarını-kızlarını ihbar etmekten başka bir şey olmadığını göremeyecek kadar saflar mı gerçekten? Dört yıl önce “örgüt tarafından kaçırıldı” dedikleri, artık çocuk olmayan çocuğun devlet için bir “örgüt üyesi”nden ibaret olduğunu anlamayacak kadar dünyadan habersizler mi?
Diyelim ki, kimi “aileler” oğullarının “dağa gitmesi”nde başka şeyler yanında kendi eserleri olan ev-aile ikliminin de payı olabileceği hiç hesaba katmadan “ortam”, “koşullar”, “memleket havası”, “arkadaş etkisi” deyip lafı HDP’ye kadar getirmiş olsunlar. Ya, muvazzaf/muharip asker ya da polis iken, belde silah, dağda bayırda dolaştıkları sırada PKK’ye “esir” düşenlerin yakınlarına ne oluyor?
Aslında onlar, Diyarbakır HDP İl Örgütü önündeki tezgahın umutsuzluğunun kanıtı olarak orada duruyorlar. 2007’de PKK’nin “Dağlıca Baskını” sırasında esir edilen sekiz asker, daha sonra ailelerine geri verildiklerinde Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin “Kendilerinin kurtulmuş olmasından fazla bir sevinç duyamadığımı ifade etmek istiyorum.” demişti. “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hiçbir mensubu böyle bir duruma düşmemeliydi.” Devlet ve medyasının işi “kurtulmalarından fazla bir sevinç duyamadığı” insanların yakınlarını da HDP’ye karşı kışkırtmaya kalmışsa, gelecekten umudu kesmişler demektir.
HDP önündeki aileler hazır oradayken HDP programına da bir göz atsalar, oğulları ve kızlarının yaşam ve esenliğinin biricik güvencesinin, kurulmaya başlarken çöken Erdoğan rejimi değil, özgürlük ve barış olduğunu mutlaka göreceklerdir.