“Acıları yarıştırmayalım” diye naylondan bir şey çıkardılar şimdilerde. Pek seviyoruz basmakalıp lafları. Ağır bir felsefi hava veriyor insana böyle cümleler. İyi. Güzel. Tamam. Ne oluyor peki günlerdir HDP binasının önünde? Tam da kayyum eylemleri sürerken nasıl da birden başladı bu iş? Çocuklar dağa gitmiş. Ne zaman gitmiş? Dün mü? Dağa gitmek zor mu peki? Havuz medyasına bakılırsa, HDP’nin panosunda ‘bu ay dağ bursu kazananlar listesi’ asılı ve adrese dayalı kayıt sistemiyle çocuklar geceleri evlerinden alınıyor, mekap giydirme töreni yapıldıktan sonra ağlayıp sızlamalarına kulak asmaksızın ters kelepçe vurularak Cudi’ye postalanıyor.
Gerçek bu mu peki?
Şimdilerde Kolombiya üzerinden yapılan bir tartışma var, belki izliyorsunuzdur. Çok sayıda eski FARC üyesinin öldürülmesinden sonra, bir grup örgüt yöneticisinin yeniden dağlara çekildiğini yazıyor gazeteler. Deli mi bu herifler? Bogota’nın kirli havasından bıkmışlar da eski ekolojik ortamlarını mı özlemişler?
Hiç evirip çevirmeden sormak gerekiyor. Kolombiya’da ya da dünyanın herhangi bir yerinde, insanlar neden ölümcül risk taşıyan bir yolu tercih ederler? Her canlı, önce kendi yaşamını korumayı düşünmez mi?
Şunu kast etmiyorum: Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir örgüt, silahlı yoldan yürüme kararı alabilir. Bu, ideolojik bir şeydir; dünya tarihinde barışçıl ve barışçıl olmayan yolları tercih eden yüzlerce örgüt var olmuştur ve hepsinin de kendi gerekçeleri vardır. Ama böylesi kararlar alıp mantar tabancası bile patlatamamış çok sayıda örgüt de vardır, değil mi? Ya da tersinden, demokratik seçim yolunu tercih edenler de bunun için çalışacak, kampanyalar yürütecek insanlara ihtiyaç duyar. Bu insanlar yoksa, sandıktaki oranınız sittin sene binde bilmemkaçı aşmaz. Karar almak uygulamakla aynı şey değildir çünkü. Uygulamak için, bir biçimde bu işe katılacak, savaşacak insanlar (ya da seçim kampanyasında afiş yapıştıracak insanlar) gereklidir. Peki, neden insanlar A yolu yerine B yoluna eğilim gösterir ve katılırlar? Söz konusu örgütlerin yöneticilerinin becerikli ya da karizmatik olmasından kaynaklanabilir mi bu? Eh, kısmen. Ama yetmez ki bu kadarı. Örneğin Mandela karizmatik bir adamdı ama Güney Afrika rejimi ırkçılığı dayatmasaydı ne kadar şansı olabilirdi ki? Soweto’daki o büyük çocuk katliamından sağ kurtulanların çoğunun sonradan komşu ülkelerdeki kamplarda görülmesi ANC’nin marifetine bağlanabilir mi?
Türkçesini söyleyelim, 70’li yıllarda kurulmuş olan PKK, öyle bir insan hakları örgütü ya da Kanarya Sevenler Derneği filan değildir. Örgütün kurucuları, işin daha en başında silahlı yolu seçmişler ve karar altına almışlardır. Nokta. Doğru yanlış, bu siyasi bir karardır. Ama önemli olan, sonrasıdır. Bu kadar insanın nasıl olup da karar altına alınmış olan bu tercihe katıldıkları, asıl sorudur. Örneğin, örgüte insan kazandırmada Esat Oktay Yıldıran’ın tek başına bütün PKK yöneticilerinden daha etkili olduğu söylenebilir mi? İnsanlara dışkı yediren mümtaz komutanımız bu denklemin neresindedir? Aradan geçen 40 yıl boyunca, (HDP henüz hayal bile edilmemişken) sayısı binlerle, on binlerle ifade edilen bu kadar insan nasıl olup da dağlara, dağların mahrumiyet hayatına gitmiş olabilirler?
Geçtik eski zamanları. Şimdi, bugün, ne oluyor? Sizce, sırtına copla vurulan beyaz başörtülü bir kadını gördüğünde, ne düşünüyor insanlar? Sandığa gidip seçtikleri insanların ertesi gün görevden alınmasını, her seçimin ertesi günü kendilerine ‘senin verdiğin oyun kâğıt parçası kadar değeri yok’ denilmesini nasıl yorumluyor olabilirler? Şehirleri bu kadar beton bloklarla, bariyerlerle, zırhlı araçlarla kuşatılmış olan insanlar, örneğin çalışmak için gittikleri İzmir’de filan başka türlü bir manzara gördüklerinde bundan ne sonuç çıkarıyorlar? Ve en kritik soru şu: Yarın HDP’yi kapatsanız, Diyarbakır sokaklarındaki genç insanlar, bunun ne anlama geldiğini düşünürler? HDP binası olmayınca, dağlara gitmek artık tarihe karışır da çocuklar efendi efendi derslerine filan mı çalışırlar mesela?
Acıları yarıştırmayalım… Güzel… Acılı anneleri anlayalım… O da güzel…
Çocukları ne yapalım peki? Onların ‘başka türlü olmuyor’ duygusunu ne yapalım?
‘İtme-çekme’ diyalektiği içinde, ‘çekene’ istediğiniz kadar küfredin, serbest! ‘İteni’ ne yapacaksınız ama?
Her şeyi biliyorsunuz ya; bunu niye bilmiyorsunuz?