Ağustos ayının yarısını Londra’da geçirdim. Gözlemlerime göre bu kentte yaşayanların şikâyetçi olduğu konuların başında (Brexit’in neden olduğu belirsizlikleri dışarıda tutarsak) yüksek konut fiyatları ve konut kiraları geliyor.
Yolun başından sonuna birbirinin aynı evler
Londra’daki konut bölgelerinde, her hangi bir sokağın başından sokağa baktığınızda ipe dizilmiş gibi aynı türden (genellikle de iki katlı) evler görüyorsunuz. Estetik açıdan hoş bir görüntü sergiliyorlar.
Kendi ülkenizdeki inşaat ve konut alanındaki son yıllarda yaşanan yapılaşma kaosu ve anarşisi, doğayı katledercesine yapılmış lüks beyaz fil rezidanslar ve ucubeye benzeyen yüksek katlı TOKİ binalarıyla kıyasladığınızda bu duygu üzüntüye dönüşüyor.
Ancak bu aynı tip evlerin içleri dışarıdan görüldüğü kadar keyif verici değil. Çünkü lüks sayılan 3 oda bir salon (cuk) evler ya da dairelerin, bahçeli evlerin içleri (deyim yerindeyse) dökülüyor. Ahşap doğramaların kalitesi bizimkilerin gerisinde kalıyor. İzolasyon çok kötü. Biraz yüksek sesle konuşsanız yan odadan şikâyet gelebiliyor. Yer döşemeleri genelde çok eski olduğundan her yer boydan boya ucuz halılarla kaplanmış. Bu nedenle de evlerde güveden geçilmiyor.
Londra: konut fiyatları ve kiralarının en yüksek olduğu kent
Buna rağmen Londra konut fiyatları ve kiraları açısından dünyanın en pahalı kentleri arasında yer alıyor. Öyle ki 2 oda bir salon (cuk) dairenin fiyatı ortalama bir semtte 400,000 -450,000 pound ve kirası aylık 1,500 pounddan aşağı değil (TL karşılığı için rakamı ortalama 7 ile çarpın. Londra dışında fiyatlar belirgin bir biçimde düşüyor).
Diğer yandan kabul etmek lazım ki, Londra kalite etin de, şarküteri ürünlerinin de, ekmeğin de, meyvenin de ucuza satıldığı kentlerin başında geliyor. Bu kentte yaşayan ve son birkaç yılda sayıları birkaç bini bulan Ankara Anlaşması ile Türkiye’den gelip iş kurup yerleşenler, ulaştırma ve ev kiraları dışında, bu ülkede yaşamın zor olmadığı konusunda hemfikirler.
Sosyal devletten geriye kalanlar
Bu doğru, çünkü bu insanların okul çağındaki çocukları (yurttaş olup olmadığına bakılmaksızın) devlet okullarında ücretsiz okuyabiliyor, sağlık hizmetlerinden ücretsiz faydalanabiliyorlar. Ayrıca bu insanlar eğer 60 yaşın üzerinde iseler kamusal ulaştırmadan ücretsiz olarak yararlanabiliyorlar (bizde bu yaş sınırı, sanki bizim ortalama ömrümüz daha uzunmuş gibi, daha yüksek: 65). Yani sosyal devletten geriye halk için hala bazı haklar kalmış görünüyor.
Konut fiyatlarının ve kiralarının çok yüksek olmasının temel nedeni; konut arzının yetersiz, konut talebinin çok yüksek, konutun son 30 yıldır finansal spekülasyonun bir aracı haline getirilmiş olması ve belediyelerin giderek sosyal konut sunumundan çekilmesi.
Sonuç olarak, binlerce lüks konutun yıl içinde çok az kullanımda olduğu gerçeği ortadayken, otoritelerce yılda en az 300 bin yeni konutun yapılması gerektiği ileri sürülüyor.
Konuta talep ise çok fazla. Çünkü sadece ülkesinden memnun olmayıp göç eden orta sınıfa mensup gençlerin değil, başta Arap zenginleri, Rus oligarkları, Çin’in ve Türkiye’nin zenginlerinin bazılarının servetlerini kaçırarak getirdikleri ve ev satın aldıkları ülkelerin başında geliyor İngiltere ve başkenti Londra. Bu nedenle de konut ve diğer işyeri fiyatları ve kiraları aşırı yüksek.
Böylece biz emekçiler sadece patronlar için değil, Londra gibi konut kiralarının aşırı yüksek olduğu kentlerde ev sahipleri için de çalışıyoruz. Birçoğumuz gün boyunca ev kirasını ödeyebilmek için işe gidiyoruz. Kiracılar böyle çalışırken, birden fazla evi olan ev sahipleri kiracılar sayesinde dünyanın tatil beldelerinde tatil yapıyor, eğleniyor, boş zamanlarını istedikleri gibi değerlendiriyorlar. Bu bağlamda yüksek kiralar, ev sahiplerinin kiracılardan tahsil ettiği özel bir vergiye dönüşüyor. Üstelik devletin aldığı vergi ile kıyaslandığında sonuçları çok daha ağır türden bir vergi. Çünkü vergi ödemezseniz devlet sizi evinizden atmaz ama ev sahibi kirayı ödeyemediğinizde sizi evden atar (
Türkiye: Konut fazlasına rağmen yüksek kiralar!
Türkiye’de de (farklı bir biçimde ortaya çıksa da) ciddi bir konut sorunu var. Ama bu sorun farklı sınıflara mensup insanlar için farklı biçimde kendini gösteriyor.
Son 17 yıldır izlenmekte olan sermaye ve servet birikim stratejisi sonucunda boş tutulan ve satılamamış yüzbinlerce konuttan oluşan bir konut stoku oluştu ülkede. Bu durum, yılda binlerce konut üreten büyük müteahhitler ve konut sektörü için büyük bir sorun. Bu olgu aynı zamanda, ülke ekonomisinin genelinin çıkarlarıyla ters düşebilecek bir şekilde de olsa, ülkedeki faiz ve para politikaları başta olmak üzere, temel ekonomi politikalarının belirlenmesinde etkili oluyor.
Konuk sektörü krizin tetikleyicisi olabiliyor
Bir başka anlatımla, konut sorunu yüksek konut fiyatları ve kiraları bağlamında sadece kitleleri yoksullaştıran, bölüşümü daha da adaletsiz hale getiren bir bölüşüm sorunu değil. Aynı zamanda makroekonomik dengelerle ya da ekonomik krizlerle ilgili de bir sorun (2008 küresel finansal krizini ABD’deki konut sektöründe patlayan konut balonunun tetiklediği unutulmamalı).
OECD bünyesinde yapılan çalışmalar; hem bu sektörden kaynaklı ekonomik krizlerin önlenmesinde, hem de konut sektörü ile bağlantılı krizlerden çıkışlarda, para ve kredi politikaları (konut kredisi faizleri vb) kadar, kira kontrolü gibi düzenlemelerin de (regülasyon), sektöre yönelik vergilerin de çok önemli olduğunu ortaya koyuyor (2). Çünkü hem konut fiyatları, hem konut kiraları, hem de konut kredisi faizleri ve sektöre yönelik vergiler hanelerin servetlerini, gelirlerini, harcamalarını, dolayısıyla da toplam talep düzeyini etkiliyor.
Sorunun boyutlarını verilerle sergilemeye çalışalım.
İnşaat Mühendisleri Odası bünyesinde yapılan bir çalışmaya göre (3), Türkiye’de satışı yapılmamış toplam 2 milyon 171 bin 232 konut bulunuyor. İstanbul’da 2013-2018 yılları arasında toplam 655 bin 566 ilk el konut satışı gerçekleşti. Aynı yıllar arasında alınan yapı kullanım izin belgeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, 254 bin 152 konut satışı gerçekleşmeyerek konut stokuna eklendi.
Ankara’da ise aynı dönemde toplam 333 bin 875 ilk el konut satışı gerçekleşti. Yapı kullanım izin belgeleriyle birlikte değerlendirildiğinde 79 bin 882 konutun satışı gerçekleşmedi ve satılamayan konut stokuna eklendi.
Piyasadan sağlanan verilere göre ise, bu yılın Haziran ayı itibariyle ülkedeki konut stoku 1,8 milyon adede ulaştı. Öyle ki sektördeki büyük 14 firmanın sahip olduğu konut stokunun Emlak Katılım Bankası aracılığıyla satışa sürüleceği ve böylece bu stokların eritileceği ileri sürülüyor (4).
Coldwell Banker adlı bir kuruluşun, TÜİK verileri üzerinden birinci el satış konut üretimi ve satışı üzerinden yaptığı çalışmaya göre, Türkiye’de 3,5 yıllık konut stoku bulunuyor (5). Yani önümüzdeki 3,5 yıl yeni konut üretilmese de mevcut stok talebi karşılamaya yeterli durumda.
Kiracı sayısı artarken, ev sahibi olmak zorlaştı
Bu kurumun Türkiye Grubu Başkanı G. Taş (niyetten bağımsız olarak) konut sorununun bir başka boyutunu sergiliyor. Ona göre: “Türkiye’de konut ihtiyacı olan kesimin yüzde 85’inin gelir seviyesi orta ve ortanın altında” (6). Yani asıl ihtiyaç sahipleri, kolayca tahmin edilebileceği gibi, yoksulluk sınırında yaşayan insanlarımız.
Türkiye’de yaklaşık 6 milyon hane (20 milyonun üzerinde insan) başkasının evinde kiracı olarak oturuyor. Bu sayı kendi evinde oturanların yarısı civarında. Ev sahibi olanların oranı 2002’den 2017’ye Yüzde 73’ten yüzde 57’ye gerilemiş durumda (7). Yani ev sahibi olmak giderek zorlaşıyor.
Konut harcamaları hane bütçesinin ilk sırasında yer alıyor
TÜİK’in hane halkı bütçe araştırmasının 2018 yılı sonuçlarına göre (8) konut ve kiraya yapılan harcamalar hanelerin harcamaları arasında ilk sırada yer alıyor. Türkiye genelinde hane halklarının tüketim amaçlı yaptığı harcamalar içinde en yüksek payı yüzde 23,7 ile konut ve kira harcamaları alırken, en düşük payı alan harcama grupları yüzde 2,2 ile sağlık ve yüzde 2,3 ile eğitim hizmetleri oldu.
Yani eğitim ve sağlıktan önce insanlar, öncelikli olarak başlarını sokabilecekleri, kirasını karşılayabilecekleri bir ev bulma derdindeler. Gıda harcamalarını da çıktıktan sonra geriye bir şey kalırsa harcayabiliyorlar.
Ancak bir ayrıntıya özellikle dikkat çekmek gerekiyor. Konut ve kira harcamalarının payı en düşük gelirli yüzde 20’lik nüfus (en yoksullar) içinde yüzde 31,4. Yani ortalamanın üçte bir üzerinde. Emekliler gelirlerinin yüzde 28,6’sını kira ve konuta harcarken, girişim geliri elde edenlerde (iş sahipleri) bu oran yüzde 19,7 (9). Yani konut sorunu sınıfsal farklılıklara göre daha da derinleşiyor.
‘Bolluk ve yapay kıtlık’ diyalektiği işliyor
Bir yanda boş milyonlarca konut bulunurken, insanların konut için bu denli yüksek oranda harcamada bulunmak zorunda kalmaları, çok kötü konutlarda yaşamaya zorlanmaları nasıl açıklanabilir?
Her şeyin kâr ve sermaye-servet birikimi için düzenlendiği bir sistem olan kapitalizmde sermayedarların kârlarının, dolayısıyla da sermayelerinin ve servetlerinin artması onlar için bolluk anlamına gelirken, geri kalan yığınlar için kıtlık demek oluyor. Bu nedenle de spekülatif kazançlar elde edebilmek amacıyla üretilmiş yüzbinlerce konut boş dururken, milyonlarca insan, diğer harcamalarından kısarak yüksek kiralar ödemek zorunda kalıyor ya da yaşanamayacak kadar kötü koşullardaki evlerde barınıyor.
Bu, bir yüzünde bolluk, diğerinde ise kıtlık olan bir madalyonun iki yüzü gibi. Bu durum aslında sınıfsal ayrışmanın bir sonucu olarak ortaya çıkan zenginlik-yoksulluk çelişkisinin bir dışa vurumu.
Doğal değil yapay kıtlık
Buradaki kıtlığın ya da yokluğun doğal değil, yapay bir kıtlık olduğunun altını çizelim. Yani sistemin işleyişine bağlı olarak sistemin egemenlerince yaratılmış bir kıtlıktan söz ediyoruz. Çünkü örneğin gezegende yeterince kaynak mevcut. Örneğin Dünya Gıda Örgütü (FAO) küresel çapta 12 milyar insanı besleyebilecek büyüklükte tarımsal kaynağımızın olduğunu ileri sürüyor (10).
Herkese fazlasıyla yetecek kadar üretim ve kaynak varken, küresel çapta milyarlarca insanın yoksulluk ve açlık çekiyor olması; 4,2 milyar insanın yoksulluk sınırının, 1,5 – 2,5 milyar insanın ise açlık sınırın altında yaşıyor olması (11); Eurostat verilerine göre Türkiye’de nüfusun yüzde 41,3’ünün yoksul, nüfusun yüzde 36,6’sının ise çürük evlerde yaşıyor olması (12) bir kader değil, bir doğa kanunu değil, olsa olsa kapitalizmin “yoksullaştırma kanununun” sonucudur.
Kısaca kapitalizmde bolluk, refah, boş zaman, nitelikli istihdam, ucuz ve sağlıklı konut-barınma, güvenilir ve çevre dostu ulaştırma gibi temel ihtiyaçlar ya da hizmetler biz emekçilerin tercihleri ya da isteklerinden ziyade, sistemin yüzde 1’i olarak adlandırılan egemenlerinin istekleriyle ve sistemin işleyişine hâkim olan ve bu egemenlere hizmet amacıyla konulmuş olan kurallarca belirleniyor.
Kapitalizm varlığını sürdürdükçe biz yüzde 99’un bu hizmetlere yeterince erişebilmesi imkânsız. Çünkü aksi bir durum, kârların azaltılması, sermaye birikiminin yavaşlatılması, yani altın yumurtlayan tavuğun kesilmesi anlamına gelir ki- yüzde 1 bunu istemez, gerçekleşmesine izin vermez.
Bir başka anlatımla, kapitalizmde refah, bolluk ve boş zamandan asıl olarak faydalananlar sermaye ve servet sahibi sınıflar. Emekçilerin payına düşen ise yapay bir biçimde yaratılan ve sürdürülen kıtlığa katlanmak, kötü, sağlıksız evlerde yüksek kiralarla oturmak, yüksek banka kredileriyle onlarca yıl süren ev sahibi olma mücadelesi vermek, yoksulluk ve kölelik koşullarında istikrarsız, garantisi olmayan, güvencesiz, uzun saatli, düşük ücretli işlerde çalışmak ve tüm bunlar için halimize şükretmek.
Düzen böyle ama bu kader değil
Bu düzenin kuralları böyle işliyor. Bu kuralları, dolayısıyla da bu işleyişi değiştirmek gerekiyor. Bunu yapabilecek güç (bilimsel olarak da), sadece işçi ve emekçi sınıflar ve ezilen halklarda mevcut. Çünkü egemen sınıflar ve siyasal sözcüleri doğal olarak statükoyu korumak istiyor. Bu arada hem devletin zor aygıtları, hem de rıza üretmeyi sağlayan araçları ve büyük sermaye medyası emekçilerin mevcut duruma razı olmalarını, hatta desteklemelerini sağlayabiliyor.
Ancak böyle köklü bir değişim bilinçli bir mücadeleyi ve zamanı gerektiriyor. Bu değişimin mücadelesi verilirken de bugünden de yapılacak şeyler olmalı. Bunlar; ücret-gelir politikalarından sosyal politikalara, vergi politikalarından kurumsal değişikliklere kadar geniş bir ekonomik ve sosyal haklara ilişkin talepler zincirini içermeli.
Bugün yapılabilecek şeyler mevcut
Bu bağlamda öncelikle insanların barınma hakkını finansallaşmanın bir aracı haline getiren ve konut edinmeyi müteahhitlerin ve bankaların insafına bırakan emek karşıtı politikalara son verilmeli, reel ücret düzeyleri yükseltilmeli ve “kira kontrol yasası” çıkartılarak kiralara üst sınır getirilmeli.
Örneğin hükümet konut kiralarını yarı yarıya indiren bir tavan fiyat uygulamasıyla mevcut konut stoklarını kısmen de olsa ticari bir mal olmaktan çıkartsaydı ne olurdu?
Normal koşullarda kirayı ödemek için çok fazla saat çalışmak ya da ikinci bir iş yapmak durumunda kalmazlardı. Kiradan tasarruf edecekleri gelirleri eğitim, kültürel faaliyetler için harcayabilecekleri gibi, boşa çıkan zamanlarını kendilerine de ayırabilirlerdi. Daha az çalışarak aşırı üretim sorununa daha az katkı vermiş olurlardı. Böylece gereksiz bir aşırı tüketim baskısını da hafifletmiş olurlardı.
Aynı amaçla kişilerin ve şirketlerin sahip olabilecekleri konut sayısına üst sınır getirilmeli, ya da belli sayıda konut edinimi yüzde 100 vergilemeyle caydırılmalı. Bu anlamda mutlaka bir rant vergisi hayata geçirilmeli. Keza konut alım satımında (konutu elde tutma süreleri anlamında) vergiden kaçınmayı kolaylaştıran uygulamalara son verilmeli.
Belli bir sürenin üzerinde boş tutulan evlere para cezaları uygulanarak spekülatif amaçlı konut edinimi önlenmeli. Belli bir sürenin üzerinde boş kalan evlere (kamunun denetiminde) ihtiyaç sahibi evsizlerin yerleştirilmesi sağlanarak mevcut kaynakların verimli kullanılması sağlanmalı.
Sosyal-ekolojik konut yapımı ve sunumu piyasa dışına çıkartılarak bütünüyle kamuya bırakılmalı. Bu konuda TOKİ gibi doğrudan merkezi devlet yapılanması değil, mali ve idari özerkliğe sahip belediyeler, kooperatifler, kâr amacı gütmeyen vakıflar ve diğer sivil toplum kuruluşlarının oluşturacakları yeni kurumsal yapılar söz sahibi olmalı. Bu yapıların gerçekleştireceği projelerin fonlaması devlet bütçesinden yapılacak aktarmalarla ve Merkez Bankası’nın bu yapının çıkartacağı tahviller karşılığında sunacağı finansman ile yapılmalı.
İhtiyaç duyduğumuz şey bu ve benzeri politikaları bugünden hayata geçirebilecek bir siyasal iradenin varlığı ve ekonomik ve demokratik haklarımızın korunması ve genişletilmesine yönelik demokratik mücadelenin örgütlenmesidir.
Dip Notlar:
(1) George Monbiot, “Private Taxation”, https://www.monbiot.com (19 July 2019).
(2) Boris Cournède, Sahra Sakha and Volker Ziemann, “Housing-related policies matter for economic resilience”, https://oecdecoscope.blog (9 August 2019).
(3) Selim Tulumtaş, “Satılamayan konutlar-Plansızlığın sonuçları”, https://www.gazeteduvar.com.tr (27 Mart 2019).
(4) https://www.emlak365.com/…/turkiye-de-konut-stoku-18-milyon… (8 Haziran 2019).
(5) https://businessht.bloomberght.com/…/1955145-konutta-3-5-yi… (8 Mayıs 2018).
(6) Agh.
(7) https://www.emlak365.com/…/turkiyedeki-hane-sayisi-ev-sahib… (30 Temmuz 2018).
(8) TÜİK, Hanehalkı Tüketim Harcaması, 2018, TÜİK Haber Bülteni, Sayı: 30584, http://www.tuik.gov.tr (26 Temmuz 2019)
(9) Agr.
(10) FAO, The State of Food Insecurity in the World, 2013’den aktaran Jean Ziegler interviewed by Éric Toussaint, Geopolitics of Hunger, http://brechtforum.org/economywatch/geopolitics-hunger (16 February 2012).
(11) Jason Hickel, Divide- A Brief Guide to Global Inequality and its Solutions, Windmill Books, 2017, s. 2, 45.
(12) “Türkiye yoksullukta Avrupa birincisi oldu!”, https://gazetemanifesto.com (14 Ağustos 2019).