Aylardan Temmuz… Kapkaranlık, yıldızsız bir yaz gecesi… Yağmur tüm acıları, hüzünleri ve kötülükleri silmek için yağıyor sanki. Dışarıda yaz havası, aklımda katliamlara bürünmüş Temmuz günleri… Aklımda Sivas’ta, Suruç’ta kaybettiklerimiz… Aklımda sokak ortasında yatan Taybet Ana, Nusaybin, Cizre… Aklımda Hrant Dink, Tahir Elçi… Aklımda Kobanê, Efrîn. Aklımda karanfil olan renkler, sıkılı yumruklarımız, günlerin ağır olduğu anlarımız, gözyaşlarımızın bittiği günlerimiz, “Hiç bir düş yarım kalmayacak!” diyen genç yüreklerin sesleri…
“Açılın kapılar şaha gidelim” sözünü rehber edindiğimizden bu yana hep öldürüldük, yok edildik. 2 Temmuz zulüm saltanatının kök saldığı, sözün tükendiği, canların Madımak Oteli’nde tutuştuğu, türkülerin sustuğu, insanlığın öldürüldüğü andır. Umutla umutsuzluğun bir arada yaşadığı, ölüm haberleriyle acının siyahlaştığı andır 2 Temmuz.
Gözaltında kaybetmenin, yargısız infazların, faili meçhullerin, kirli savaş yöntemlerinin, köy yakmaların, tutuklamaların meşrulaştığı ve gündelik devlet politika haline geldiği, korkunun toplumsallaştırıldığı, beyinlere empoze edildiği bir dönemdir 2 Temmuz.
Türkiye’de devlet tarihsel olarak politik özgürlükten yoksunluk zemini üzerinde inşa edilmiş ve binbir renge sahip işçi sınıfını inanç, ulus, cinsiyet temelinde saflaştırıp bölparçala- yönet taktiği ile yönetmeye çalışmıştır. Bu anlamda özgürlük yoksunluğunu en derinden hissedenler toplumsal kesimlerden biri de biz Aleviler olmuşuzdur. “Tek dil, tek din, tek mezhep, tek bayrak, tek millet” olarak tarif edilen tekçilikten Aleviler de nasibini almış, Aleviliğin kendine özgü bir inanç sistemi olduğu gerçeği inkâr edilmiştir. Aleviler ne zaman bu baskılara isyan etse, demokratik Alevi hareketinin işçi hareketiyle ve Kürt özgürlük hareketiyle buluşmaması için her yöntem denenmiş, Aleviler katliamlardan geçirilmiştir. Sivas’ta olduğu gibi, Dersim’de, Maraş’ta, Çorum’da, Ulucanlar’da, Burdur’da, Gazi Mahallesi’nde, Ümraniye’de ve Gezi Direnişi’nde yaşanan budur.
16 yıllık iktidarı boyunca biz Alevilerin eşit yurttaşlık talebi konusunda tek bir adım dahi atmayan saray, seçim yatırımı olarak da “Cemevlerine hukuki statü tanıyacaklarını” söyleyerek, güya Alevilerin oylarına talip olmaktadır. Meydanlarda Alevilerin yuhalatanların; “Ali’siz Aleviler” diyerek hakaret edenlerin; köprülere Alevi katili Yavuz Sultan Selim’in ismini verenlerin; cemevi mücadelelerinin küstah karşılıklarla bastıranların; en ufak bir kıpırdanışta evlerimizi işaretleyenlerin bu oyalama cümlelerine Can’lar olarak karnımız toktur. İnkâr devam etmekte, hatta katliamcı zihniyet yeni saldırılar için mezhepçi- faşist kitle gücünü olgunlaştırmaya çalışmaktadır. 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ertesi gün bu çetelerin ne âlâkaysa tekbirlerle Gazi Mahallesi’ne girmeye çalışması, 24 Haziran gecesinde aynı çetelerin İstanbul’un göbeğinde silahları ile boy göstermesi ve sarayın paralı kalemlerinin ağızlarını her açışlarında Alevileri tahkir etmeleri bu riskin ne kadar büyük ve güncel olduğunu göstermektedir.
Faşist dikatörlüğün iktidarını korumak için baskı ve zulmü giderek arttırdığı bu dönemde işçilerin, emekçilerin, Kürt halkının, Alevi Can’ların, Kadınların, gençlerin, tüm emek ve demokrasi güçlerinin bir araya gelmesi hayati önemdedir. Bu anlamda her yıl 2 Temmuz’da mezar başlarında, Madımak Oteli önünde gerçekleşen anmalar artık basit sevgi ve saygı gösterisinin ötesine geçmeli, Alevi halkımız anti-faşist mücadelenin bir öznesi olarak örgütlenmelidir. Katliamlara, ölümlere ve inkâra artık bir son vermek için bu yılki 2 Temmuz, bu anti-faşist iradenin ilanına vesile olmalıdır.