Tarihin motoru sınıf savaşlarıdır, diyordu Marks. Bu tarihsel-teorik belirleme, kapitalist üretim ilişkilerinin egemenliği koşulları altında, işçi sınıfının teorik aklının, program ilkelerinin, stratejik hedeflerinin, örgütlenme yapısının kurucu ve yönetici ideolojisi olarak Marksizm için varoluşşal bir hareket noktası olmuştur.
İşçi sınıfını, tarih yapımının bilinçli bir öznesi haline getirmek, onu kapitalizm ve emperyalizme karşı sosyalizm-komünizm hedefine bağlanmış kolektif bir toplumsal, siyasal, ideolojik mücadele ve savaş gücü olarak örgütlemek, Marksizm’in tarihsel öncü misyonudur.
Marksizm, egemen üretim ilişkilerinin (ve dolayısıyla değişim, bölüşüm, tüketim ilişkilerinin de) kapitalist toplumsal formasyon biçimi altında işleyen çelişkili yapısının; bu çelişkili bütünlüğün ve ilişkilerin devletten bilime, dinden siyasete, felsefeden sanata vb. kadar yapılandırılmış ideolojik görünümlerini ve işlevlerinin; sınıflar mücadelesinin ekonomik temelleriyle olan kaçınılmaz zorunlu bağını çözümleme, açığa çıkarma ve gösterme tutarlılığı ve gücüne sahiptir. Bu zeminde Marksizm, sınıflı toplumsal bütünün tarihsel şekillenişi ve evrimi içinde ona kaynaklık etmiş ve/veya onun ürünü olarak açığa çıkmış cinsel, etnik-ulusal, dinsel-kültürel çelişkilere dayalı toplumsal varoluş biçimlerini ve etkenlerini de, tarih yapımının maddi gerçeklikleri olarak kendi eleştirel devrimci dünya görüşünün içine alır.
Örneğin; cins çelişkisi olarak oluşup gelişen ve kadının bedeninin, kimliğinin ve emeğinin erkek egemenliği altında toplumsal olarak aşağılanması, baskı altına alınması, kölece ilişkilere mahkum edilerek sömürülmesi olgusu, toplumun sınıfsal farklılaşması ve bölünüşünün ilksel maddi koşullarından birini oluşturur. Dolayısıyla, insan kültüründe ve ilişkilerinde binlerce yıl öncesinden başlayan toplumsal sınıflaşma dönüşümünün ve günümüze kadar ulaşmış bu döngünün hiçbir döneminin sınıfsal çözümlenmesi, cins çelişkisi temeline dayandırılmadan doğru ve bütünlüklü sonuçlara vardırılamaz. Dolayıyla Marksistler bakımından sınıf bilinci ve mücadelesi, cins bilinci ve mücadelesinden bağımsız olarak ele alınamaz. Daha doğrusu, bu aynı zamanda, bir tarih yapımı, toplumsal gelişim ve kurtuluş teorisi olarak Marksizm’in sonal amaçlarına ulaşma gücünün; teorisinde, programında, strateji ve örgütlenmesinde sınıf çelişkilerinin ilksel oluşturucu toplumsal kaynağı olarak cins ayrımcılığından doğan ve süren kadın özgürlükçü çelişki dinamiğine önsel kurucu bir misyon kazandırmasıyla doğrudan orantılı olması demektir.
Marksizm’i kuru bir ‘sınıfçı’lığa ve oradan da ‘işçici’liğe hapsederek güya ideolojik koruma altına alma tutumu içinde olan siyasi yaklaşımların, tarihsel gelişim diyalektiğinin çelişkili bütünlüğü içinde oluşan, biriken ve açığa çıkan başkaca toplumsal devrimci rezervlere kör kalmaları bir kuraldır. Örneğimiz de olduğu gibi cins çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamiklerinin, tarihin yapımında devrimci toplumsal rezervler olduğu ve olabileceği gerçeğine sırtlarını dönerler. Çünkü onlar ‘sınıfa ait’ değildirler! Olsa olsa bu dinamikler ve güçler sınıf mücadelesinin yan unsurları, yedek kuvvetleri olabilirler.
Oysa, Marksizm’in teorik yaklaşımına ve yöntemine aykırı olduğu kadar, tarihsel deneyim tarafından da doğrulanmış olan şey, kapitalizmin sınıf iktidarlarının hiçbir yerde salt ‘işçiler topluluğu’ndan oluşmuş sınıf güçleri tarafından yıkılmadığı, yıkılamayacağı ve zorunlu olarak da sosyalizmin yine salt işçilerce kurulmadığı ve kurulamayacağıdır. Sınıfsal kurtuluşu/sınıf savaşımını Marksizmin teorisinin ve programının genel hedefi, yani toplumsal gelişimi ve dönüşümü sınıflı olmaktan çıkarmaya, sınıfsızlığa geçiş olarak değil de, dar anlamda işçilerin kurtuluşuna indirgeyen her yaklaşım, içinde hareket ettiği mevcut toplumsal maddi gerçeklikle çelişik halde bulunan bir siyasi çizginin ve stratejinin sürdürücüsü olarak kalacaktır.
Dolayısıyla, tarihsel çelişki diyalektiğinin ürettiği toplumsal devrimci rezervler çoğulluğu içinde, güçsüz, iradesiz ve örgütsüz kalıyor olmanın kefareti Marksizm’e değil, işçi sınıf kimliğini ve sınıf çelişkisini başta cinsiyet olmak üzere, ulusal-etnik, dinsel-inançsal aidiyet kültürü ve etkisinden azade bir ‘steril’ olgu sananlara aittir.