“Yerleşik bir sözcüktür Hasret / Olur olmaz kanamaya başlayan / Hani şu ayrılık diye bilinen yara / Kütüklere geçer bizim oralarda / Ad olur çocuklara.”
***
Hasret’tir adı. Bin yılların özlemi. Bir kahrın seceresi.
Hasrettir adı. Bir ayrılığın suretidir, görünenin ötesidir. Bir çığlık olur bazen, bazen bir nefes. İndirgenmiş, sınırlanmış zamanlara sığmayan delifişek bir yürek… Her dem hayatın çark-ı feleğine tepkili. Zaten de bizi özümüze taşıyan duygusu ve tepkisi değil midir? Taşlaşmış, nasırlaşmış bir yürekle nasıl sevebiliriz? Yoksa tuhaf bir tutsaklık olur ardı sıra gittiğimiz. Oysa insanın en güzel yönü, acılara karşı direnmesidir. İnsan başı eğik, yüreği ezik olamaz. Gücünü yitirip, umudunu solduramaz. Direnmek gerekiyor. Acının, hüznün kıskacında olsak da, yüreğimiz yazdan kalma bir güneşin sıcaklığı ve aydınlığıyla ayaklanabilmeli, umudun kapılarını zorlayabilmelidir.
***
Hasrettir adı.Uzun yollar yolcusudur. Köprüler atılmış, haritadan silinmiş menzil, yolcu da yol olmuştur o hasretlikte. Bazen karmaşık gibi gelse de iç-içe yaşarız birçok gerçeği. Acı bir haber karşısındaki durgunluk ve yıllar sonra karşılaştığımız bir dostla paylaştığımız sevinci, aynı bedende tattığımız gibi… Hani diyordu ya ‘Ermiş’in biri:”… Sevincimiz, gerçekte pençesi kaldırılmış kederimizdir. Gülümsemelerin yükseldiği o kendisiyle özdeş pınardan çoğu kez gözyaşlarıyla dolu hıçkırık da duyulmuştur. Hem başka türlü olabilir mi? Keder, varlığınızın derinliklerine işledikçe sevincimiz artar. Sevinçli olduğumuz zamanlarda gözlerimizi yüreğinizin derinliklerine çevirirseniz, size sevinç veren şey uğruna bir zamanlar nice kederlenmiş olduğunuzu görürsünüz. Kederli olduğunuz zamanlarda da yine yüreğin derinliklerine bakın. O zaman, gerçekte bir zamanlar sizi mutlu kılmış olan şeye ağlamakta olduğunuzu görürsünüz. Sevinç ve keder birlikte gelir daima. Biri yanı başınızdayken, öbürü yatağınıza uzanmış uyumaktadır. Bir kefesinde kederin, ötekinde sevincin oturduğu ve hangi tarafın ağır basacağını kestiremeyen bir terazi gibiyiz…”
***
Hasrettir adı. Bir acının öznesidir. Kan-ter içindedir ama mırıldanarak söylenen bir ezgideki gibi anlam kirlenmemiştir. Sevdaların talan edildiği, sazların sustuğu, fasılların notalarını tek tek kustuğu, sözün bittiği yerdeyizdir bazen. Tam da orda asılı bir aynadır hasretliğimiz, yansıtır düşlerimizi. Bize bizi hatırlatır ayna bir yüzleşmedir… İnsanın kendisiyle geçmişiyle ve şimdisiyle, hayatla yüz yüze gelmesidir. Hani sosyal bilimlerin bir kimlik araştırmasına girdiklerinde sordukları; “kimsin, nesin, nereden geldin, nereye gidiyorsun?” sorularını kendine sorabilme ve bunların yanıtlarıyla hesaplaşabilmesidir.
***
Hasrettir adı. Durmadan kanayan bir yaradır. Ama yarasını sevmiştir. Bilir çünkü derman da kendindedir. Hasrettir: Barışa, bayrama hasret. Hayat denilen bu sahnede, bir insanın kabul edemeyeceği boyutlarda aklın ve mantığın ötesine geçmeye başladı her şey. Zaman denen o canavar, bir vampir gibi her gün taze kan istiyor bizden. Öğrenmek için denemek zorundayız. Ne güneşli havalardaki rehavet ne de kapalı havalardaki kasvet, yaşamın sahne düzenini bozmamalı. Çoğu zaman bazı şeyler istediğimiz gibi yürümez, her şey yolunda gitmez. Üstelik birçok terslik üst üste gelir, zaman zembereği kırık bir saat olur, gözlerimiz gel-gitlerde kabarır, şakaklarımız zonklar, yüreğimiz dilim dilim. Bir yerde avazı çıktığı kadar bağırası gelir insanın. Yaşam hepimiz için böyle işte. Bir devre böyle biter ve bir soruyla yapışır yakamıza; “ikinci devreye hazır mıyız!?”
Bu bir öykü, bir senaryo gibidir. Bu, yaşamın ta kendisidir ve beş dakika sonra devam edecek bir oyun gibidir. Her an hazır ister bizi. Bütün kareler arasında bir bağlantı kurmak ve bunları bir düzene sokmak kolay olmuyor elbet. Beklediğimiz gibi gitmiyorsa değişiklik gerekir. Çıkarmak ya da eklemek, kimi sözcükleri terbiyelemek gerekir. Bir sevda çiçeğini sular gibi. Bir yağmurun sesine ayarlanmış adımlar gibi. Emek gibi, şiir gibi, aşk gibi. Kendi küllerimizden yeniden doğmak gibi.
Hasrettir adı.… Esmer, sıcak bir yaz şarkısı.