Erdoğan’ın “Dağa para aktarıyorlar” ifadeleriyle kayyum atamalarını savunmasına yanıt veren Temelli, “Diyarbakır 17 sene boyunca yönetilmiş, 17 kuruş yolsuzluk dosyası yok” dedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, İçişleri Bakanlığı kararıyla Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediyelerine kayyum atamaları, sonrasında gelişen eylem ve etkinliklere ilişkin Mezopotamya Ajansı’ndan Özgür Paksoy ve Mehmet Şah Oruç’a değerlendirmelerde bulundu. PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit, Türkiye’nin dış politikası ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya ziyaretine ilişkin de soruları yanıtlayan Temelli, Türkiye’nin gündeminde erken seçimin olduğunu söyledi.
31 Mart seçimlerinin üzerinden 5 ay geçti. Birçok adayınıza “KHK”li gerekçesiyle mazbata verilmedi. Şimdi de 3 belediyenize kayyum atandı. Türkiye’nin normalleşmesi beklenirken, yeniden kayyum politikalarının devreye konulması ne anlama geliyor?
İktidar özellikle 31 Mart seçimlerinden sonra ortaya çıkan tabloyu iyi değerlendiremedi. Çünkü o tablo çok netti. Özellikle geride bıraktığı 4 yılın bir eleştirisi, bir itirazıydı. HDP olarak ortaya koyduğumuz stratejiyle Türkiye halkları, emekçiler, toplumun geniş kesimleri aslında iktidarın uygulamalarına en sert tepkiyi verdi ve bu sandıklara da yansıdı. Türkiye bir olağanüstü halden çıkışı konuştu, Türkiye’yi normalleştirmeyi konuştu. Dolayısıyla herkes Türkiye’nin demokratikleşmesini ve savaş politikalarından vazgeçilmesini konuşuyordu. İktidar önemli dersler çıkarabilirdi. Fakat AKP-MHP bloğu bu politikalarda ısrar etti. Bize yönelik mazbata tuzağı kuruldu. 6 belediye eşbaşkanımız ve 50’ye yakın belediye meclis üyemizin mazbataları verilmedi. Burada hız kesilmedi. İstanbul seçimlerini iptal edip, kayyum atadılar.
Bu arada açlık grevleri sonlandırıldı. Sayın Öcalan’la görüşmeler oldu, çok önemli mesajlar geldi. Israrla demokratik müzakereye, demokratik siyasete vurgu yapılıyordu. Suriye meselesinden barış meselesine kadar çok geniş kapsamlı mesajlar geldi. 7 madde hepimizin hafızasında. İstanbul seçimlerine böyle girildi ve iktidara daha çok güçlü bir tepki verildi. 31 Mart ile 23 Haziran arasında yaptıklarının tepkisi, 23 Haziran’da sandığa yansıdı. 23 Haziran’dan sonra yine bir sessizlik dönemi, iktidarda ne yapacağını bilmez bir hal, siyaset üretemez, kendi iktidarının ömrünü ve yaptıklarını yegâne araç olarak gören bir anlayış tekrar önümüze geldi. Ortadoğu’ya ve ülkemize savaş, şiddet ve zülüm politikaları tekrardan dayatılmaya başlandı.
PKK Lideri Abdullah Öcalan ile yapılan son görüşmelerde barış ve çözüme dair mesajlarının geldiği bir süreçte savaş politikalarında ısrar, kayyum atamaları… Toplumun devletten veya hükümetten beklediği cevap bu muydu?
Toplum, Meclis kapanmadan yargı reformunu bekliyordu. Toplumda bu gerginliği düşürecek hamleler bekleniyordu. Bunların yerine Sayın Öcalan’ın avukatı her hafta gitmesi gerekirken, 50 güne yakın bir aradan sonra gittiler. O görüşmeden gelen mesaj çok netti. Bu savaşı bitirmek konusunda çok net bir açıklama geldi. ‘Bir haftada bitiririm’ dedi. Suriye meselesine yönelik çok önemli bir yaklaşımı vardı. Bu yanıta, devletin ve AKP-MHP bloğunun cevabı kayyum oldu. Bu önemli bir faktör ama başka faktörler de var. Yani barışa karşı savaş politikalarında ısrarın faktörü var. Türkiye’de çıkan demokratik ittifaka ve bunun büyümesine karşı bir saldırı var. Ekonomik ve yolsuzlukla ilintili olarak kayyumları yeniden atayarak, buradan bir iktisadi rant elde etme boyutu var. Demokrasi mücadelesi boyutu var. Tabi özellikle savaşa yönelik bir boyutu var.
Siz bunlara karşı neler yapacaksınız?
Bu 3 faktör bir araya geldiğinde, iktidarın önümüzdeki dönem kendisini nereye koşullandırdığını anlıyoruz. Tabi bizim her zamanki demokratik siyaset içinde, bu yoldan dönmeyerek kayyumları geri çekip, arkadaşlarımızın görevlerine iade edilmeleri, tecridi sonlandırmaları, bu görüşmelere bağlı olarak atılması gereken adımların cesaretle atılması ve Türkiye’yi demokratikleşme meselesini, anayasadan başlayarak yargı reformuna kadar birçok konuda adım atılması için mücadelemiz devam edecek.
HDP’li belediyelere atanan kayyumların İstanbul seçimlerinin rövanşı olduğu yorumları sıkça yapılıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabi böyle bir rövanşist akıl var. Zaten iktidar siyaseti sağlıklı bir şekilde okuyamıyor. Örneğin seçim sonuçlarının aslında çok önemli bir yansıması var. Bunu doğru okuyup değerlendiremiyor. Kendisini belli bir şeye kilitlenmiş durumda ve durumun içinden çıkamıyor. Çıkamadığı sürece de halktan, toplumdan kopuyor ve giderek otoriterleşen bir sistemi topluma şiddet eliyle dayatıyor. Zaten dört yıldır gelen mutlak tecrit dönemi ile Türkiye giderek böyle bir yere savruluyor. Bunu nasıl durdurabiliriz üzerinden bir strateji geliştirdik. Yani 31 Mart seçimlerine giderken belediye başkanlığını o kazansın, bu kazanmasın diye bir derdimiz yoktu. Belediye başkanlığının ötesinde bir şeydir.
Türkiye’yi hem o mutlak tecrit atmosferinden, hem OHAL’ci akıldan ve kayyumcu zihniyetten nasıl kurtarırız, üçüncü yol, barış ve demokrasi meselesi dediğimiz o hattı nasıl gerçekleştiririz, o yolu nasıl açarız stratejisiydi. Çünkü iktidar o içine girdiği girdaptan çıkamıyor. İktidar sorumluluğunu yerine getirmiyor, Cumhurbaşkanı sorumluluğunun gerekliliklerini yerine getiremiyor. Sürekli toplumu parçalayan, bölen, ötekileştiren, Kürt düşmanlığı üzerinden yoz bir milliyetçi ve mezhepçi yaklaşımla toplumda şiddeti adeta meşrulaştıran bir anlayış hakim. Böyle yürüyemez, devam edemez. Bunun alternatifi nedir? Demokrasidir, barıştır. Demokratik ittifak meselesi ve demokratik müzakere zeminidir.
Bütün bunlara kulağını gözünü kapamış bir iktidar var karşımızda. Duymuyor, görmüyor, dinlemiyor ve anlamıyor. Ne yapmaya çalışıyorlar? Ben iktidarda kalacağım, ben iktidarda kalıp bütün kaynakları kendi çıkarlarım uğruna kullanacağım ve beni onaylayacak bir kitle yaratacağım. Sağ popülizm dediğimiz işte budur. Bu kitle beni nasıl onaylar? Ben Kürt düşmanlığı yaparım, toplumu ortadan bölerim, toplumun yarısı beni onaylar, diğer yarısı üzerinde de ben şiddeti boca ederim. Şimdi bu akılla Türkiye’yi yönetmeye çalışan bir iktidar var. Toplum buna dur dedi. Bizim ortaya koyduğumuz strateji aslında bu gidişata dur demek için geliştirdiğimiz bir stratejiydi. İşte bu nedenle HDP’ye saldırıyor, belediye başkanlarımızı görevden alıyor ya da başka tehditleri gündeme getiriyorlar.
HDP’li belediyelere kayyum atama gerekçeleri, daha önce DBP’li belediyelere atama gerekçeleriyle aynı. Belediyeleriniz dağa para aktarıyor mu?
Zaten bunu duyan önce gülüyor. Bu kadar ciddiyetsiz, bu kadar saçma sapan, hiçbir siyasetçinin diline almaması gereken bir şey. Belediyeler zaten sürekli devletin kontrolü ve denetimi altında. Geliri de gideri de belli. 17 yıldır bu kenti yönetmiş, 17 kuruş yolsuzluğu bulunmamış. Diyarbakır 17 sene boyunca yönetilmiş, 17 kuruş yolsuzluk dosyası yok. Kayyum geliyor geldiği günden gittiği güne kadar her gün yolsuzluk yapıyor. Her icraatları Sayıştay tarafından aslında bir suçu ortaya çıkartıyor. Biz de bunun dosyasını hazırladık.
Kayyum atama kararında eşbaşkanlar hakkındaki soruşturma, kovuşturma ve davalara yer verildi. Yani gerekçelerde birde “terör” suçları var…
Bu arkadaşlarımızın bir suçu yok. Hala şunu söylüyorlar diyorlar ki bunlar hakkında terör örgütü propagandasından ve terör örgütü yöneticiliğinden dava var. Hayır, bunlar fezlekelerdir. Milletvekili oldukları dönemde yazılmış fezlekelerdir. Belediye başkanı olarak seçildikleri andan bugüne kadar haklarında hiçbir soruşturma söz konusu bile değil. O fezlekelerin nasıl yazıldığını biz çok iyi biliyoruz. Uydurma kaydırma hepsi. Dava dosyasına bakın, fezlekelerine bakın, ağzınızdan çıkan her sözü alıyorlar diyorlar ki bu, işte terör örgütü propagandasıdır. İnanılmaz bir yorum deformasyonu var. Artık yasa maddeleri ciddi anlamda dejenere edilmiş. Terörle Mücadele Kanunu bile bunlara yetmiyor. Ona bile yorum katarak fezlekeler hazırlanıyor. Bu kabul edilebilecek bir durum değil. Hukuk tükenmiş durumdadır. Hukuk devletinden vazgeçtik hukuk artık bir tükenmişliği ifade ediyor. Yasa tanımazlığı devletin organları kurumları hayata geçiriyor. İşte kayyum meselesinde bu çok net ortaya çıktı. Dolayısıyla bu bir çürümedir. Bir an önce toplumun bütün kesimleri sadece HDP değil bu konuda inisiyatif almalıdır. En temel hakkını savunmak zorundadır. Çünkü ortada hiçbir şey kalmadıktan sonra sizin artık varlık nedeniniz sorgulanacak hale gelecek. Hiçbir hakkınızı tanımıyorum, bütün haklarınızı gasp edebilirim diyor. Buna karşı çıktığınızda da size terörist diyorlar.
Cumhurbaşkanı “elimizde belgeler var” dedi!
Üç büyük kentimizde, kayyum döneminde 3 buçuk milyar borçlanma yapılmış. Nerede bu para? Nereye aktardılar? Van Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Bekir Kaya yargılanırken, savcılık şu iddiada bulundu; çuval çuval paralar Kandil’e gönderildi. Bir lira bulamadılar. Yani insan aklıyla alay etmektir, dalga geçmektir. Topluma hakarettir. Çünkü böyle bir şey var ise senin polisin var, savcın var. Diyelim ki bizde evet o belediye başkanı böyle bir şey yapıyor. Soruşturma yap, denetle, incele ortaya çıkar. Bir kuruş yok diyorum size. Sadece Kandil meselesi değil, herhangi bir alanda yolsuzluk yok. Yalan söylüyorlar, bu yalana da toplumu inandırmaya çalışıyorlar. Sürekli söylerseniz nasıl olsa inanırlar anlayışı var. AKP ile beraber moda oldu bu anlayış. Çok rahat yalan söylüyorlar. Kanıt diyorsunuz yok.
Bütün her şeyi ortaya koyuyorsunuz buna rağmen bu yalana devam ediyorlar. Geçen bir gazete şöyle bir şey yazmış; elektronik imza yetkisi Kandil’deymiş, belediyenin yaptığı icraatın, harcamaların onayı oradan geliyormuş. Bir gazeteci böyle bir şeyi nasıl söyleyebilir ya da nasıl yazabilir. Böyle bir şeyin olması mümkün mü? Yani düşününki belediyede maaşların ödenmesi için elektronik imza ile Kandil imza atıyormuş. Bu gerçekten akla zarar bir durum. Bunun altında mantık veya gerçeklik aramak diye bir şeyimiz yok. Bu bir algı yönetimi, psikolojik savaş. Ben söylerim, bu yalanda ısrar ederim, doğrusu kanıtlamak onlara kalsın. Yani çamur at izi kalsın. Bunun böyle olmadığını herkes çok iyi biliyor, kendileri de biliyor.
Kayyum atamaları tecrit politikalarının bir sonucu mu?
Uzun süredir bu konuda açıklama yapıyorum. Yani tecrit hukuku zaten bir hukuksuzluğa işaret eder. Herhangi bir yerde bir tecrit varsa, bu tecride karşı eğer bir tepki gelişmiyorsa, o orada kalmaz, kalmadı zaten. Çünkü en temel meselemiz Kürt meselesi. Kürt meselesi çözülmesin diye bir tecrit uygulanıyor. İmralı tecridi budur. Kürt meselesi çözülmesin diye bir tecrit uygulanıyor. Tecrit Kürt meselesini çözümsüzlüğe mahkum etmek demektir. Kürt meselesini çözümsüzlüğe mahkum ettiğiniz andan itibaren tüm demokratik hakları tasfiye etmeye başlıyorsunuz ve demokratik siyaseti tasfiye etmeye başlıyorsunuz. Savaşı, şiddeti topluma dayatmaya başlıyorsunuz. En temel bağı burada saklı.
Açlık grevleri sürecinde bütün Türkiye’ye bunu anlatmaya çalıştık. Eğer tecride karşı çıkmazsanız, bu İmralı karasularıyla kalmaz, bütün Türkiye’yi çepeçevre sarar dedik. Böyle de oldu. Bugün aslında hak ve mücadeleler tecritleştiriliyor. Bir basın açıklaması yaparken, şöyle bir dönün bakın ne görürsünüz; etrafınız TOMA’larla, çevik kuvvetlerle, terörle mücadeleyle, akreplerle çepeçevre sizi tecritleştirir. Neden hak mücadeleniz olmasın. Bir kentte kayyum atıyorsanız, bu bir tecrit hukukudur. Şimdi gidin belediyenin önüne bir fotoğraf çekin. Beton duvarlar, güvenlik güçlerinin silahlarıyla etrafı çevrelemesi, halkın belediye ile olan ilişkisi kopartılıp tecritleşmesini göreceksiniz. Belediyeyi korurken aslında kenti tecritleştirmeye çalışıyorlar. Tecrit hukuku böyle bir hukuk ve bu özelikle Kürt meselesini çözümsüzlüğe mahkum etmek için dayatılmış bir hukuk.
Kayyumlara karşı tepkiler sürüyor. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşme gerçekleştirdiniz. CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu, eşbaşkanlarınıza dayanışma ziyaretinde bulundu. CHP’nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kılıçdaroğlu ile görüşmemizde de CHP’nin tutumu konusunda olumlu bir yaklaşım aldım. CHP bu dönemde, özellikle demokrasi meselesinde bu iktidarın uygulamaları karşısında tavır alma noktasında farklı bir siyaset ortaya koyuyor. Bu olumlayacağımız bir durum. İmamoğlu Diyarbakır’a gelerek, belediye eşbaşkanlarımızı ziyaret etmesi gayet olumlu. Fakat bunu sürekli hale getirmek, bu diyalog sürecini geliştirmemiz gerekir. Sadece İmamoğlu değil, nerede bir belediye başkanı varsa, nerede bir belediye meclis üyesi varsa, nerede seçilmiş bir insan varsa, seçme seçilme hakkını mutlaka savunmalıyız. Çünkü sandığı ortadan kaldırmak demek, demokrasiyi ortadan kaldırmak ve bir diktatörlük hevesi anlamına gelir. Bu yüzden bütün belediye başkanlarına seçilmişlere çağrı yapıyoruz; gelin buraya, gelemiyorsanız, bu hakkı savunun, dayanışmayı ortaya koyun. Sadece belediye başkanları veya seçilmişler değil bütün toplum bu duyarlılığı göstermelidir. Çünkü bu toplumun en temel haklarından birine yönelik bir saldırıdır.
Böyle bir tablo var ortada işte buna karşı çok güçlü bir tepki ortaya koymamız lazım. Sokakta tepkimizi gösteriyoruz. Devam edeceğiz, kimse bizim sesimizi kısamaz susmayacağız. Çağrımız bütün Türkiye’yedir, sivil toplum örgütlerine, sendikalara, Türkiye’de demokrasiden yana tercihte bulunan herkes, bu uygulamaya karşı çıkmalıdır. Çünkü bir daha sandığa gidemeyebilirler.
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, kayyum atamaları ardından Batasuna Partisi örneği üzerinden HDP’nin kapatılması mesajı verdi. Kayyumları savunan Vatan Partisi Doğu Perinçek de benzer görüşte. Kayyum atamaları, parti kapatma tehditleri, ne yapılmak isteniyor?
Şimdi eğer ülke Perinçek’in ortaya koyduğu siyasete sürüklenmişse bu iktidar, daha öncede söyledim, vay halimize. İktidar bir kere oturup bütün siyaseti okumakla yükümlüdür. İktidar olmanın sorumluluğu buradadır. Ben iktidar oldum, arkama bakmam diye bir şey yok. Bütün tepkileri okuyacak her mahallede, her sokakta, her sandıkta nerede bir tepki varsa okumakla yükümlüdür. Gereğini yapamıyorsa zaten iktidar olamaz. Yönetemiyor, yönetemediği için de tehdit ediyor. Ben siyaseti anlamıyorum diyor. Ona yönelik tepkileri, eleştirileri, yaklaşımları okumayan, her şeye sırtını çeviren bir Cumhurbaşkanı var. Cumhurbaşkanı sabah kalkıyor bizi tehdit ediyor, akşam yatıyor bizi tehdit ediyor. Tek yaptığı şey tehdit; kayyum atarım.
Dayanışma ziyaretinde bulunan İmamoğlu’nu da tehdit etti.
Şimdi bizimle de yetinmiyor, İmamoğlu’na da başkalarına da tehdit yağdırıyor. Böyle bir üslup, dil, yaklaşım ki şunu söylüyor; ben sadece AKP ve MHP’lilerin Cumhurbaşkanıyım. Başka kimse benden Cumhurbaşkanlığı beklemesin. Ben sadece benim taraftarlarıma hizmet ederim, geri kalanları da tehdit ederim. İşte bu ülkeyi bölmekten başka bir şey değildir.
HDP’nin kapatılması neden gündeme getiriliyor?
Şimdi bu tehditlerle ilk defa karşılaşmıyoruz. Ne zaman sıkışsalar, ne zaman çöküş yaşasalar, HDP’ye saldırıyorlar. Ya vekillerimize saldırıyorlar ya da belediye başkanlarımıza. Bir de HDP’yi ne diye kapatacaklar. HDP hangi suçu işlemiş? Parlamenter demokrasi ve bugün ki siyasi çerçeve içinde HDP’nin kapatılmasını gerekli kılacak bir tane bir şey söylesinler? Ellerinde hiçbir şey yok. HDP Türkiye’nin en demokratik partisidir ve Türkiye’nin demokrasi meselesinde en önde yürüyen partidir. Bu iktidar barış ve demokrasiye tahammülsüzdür. Demokrasiden ve barıştan kaçmanın yolunu HDP’ye saldırmakta, Kürt düşmanlığı ve savaş çığırtkanlığı yapmakta buluyor. Kapatma da bir tehdit. Yoksa HDP’yi kapatmayı gerekli kılacak en ufak bir mesele söz konusu değildir. Yasalar da zaten bu konuda çok açık ve nettir. Biz yasalara sığınıp bir şey yapmıyoruz. Bizim siyasetimiz çok açık ve net. Biz Türkiye’de onurlu bir barış, demokratik bir cumhuriyet için mücadele ediyoruz. Mücadele etmeye devam edeceğiz.
Uzun zamandır gündeminizde olan “Demokrasi İttifakı” görüşmeleri nasıl gidiyor?
Demokrasi ittifakı çağrımıza toplumsal muhalefet, bütün Türkiye’de demokrasiden yana vicdan sahibi herkes yanıt vermeli. Türkiye’de uzun zamandır hiç görmediğimiz kadar bir tepki yükseliyor. Vicdan sahibi herkes bu gidişatı kabul etmiyor ve HDP’nin bu çağrısına olumlu yaklaşıyor. Ben inanıyorum ki demokrasi ittifakı çağrımız güçlenecektir. Demokraside buluşanlar, bir iktidar alternatifi yaratacaktır. Çünkü bu iktidar Türkiye’yi yönetmiyor, Türkiye’yi çok daha derin krizlere sürüklüyor. İçinde çıkılamaz yerlere doğru hızla itiliyor. Türkiye, bir silahlanma aklı, savaş aklı, şiddet aklı, giderek yaygınlaşan bir yolsuzluk girdabında sıkışıp kalmış. Toplumsal barış çökmüş, dinamitlenmiştir. Kadın cinayetlerinden, işçi cinayetlerine kadar Türkiye’nin her yerinde çok ciddi bir şiddet dalgası var. Bunu durdurabilmenin yegane yolu, bu iktidarın karşısında demokrasi mücadelesini yükseltmektir. Bunun defalarca altını çizdik, faşizmin kurumsallaşıyor. Faşizm şiddetle kendini besler, şiddeti yaygınlaştırır ve bunu olağanlaştırır. Topluma bir şiddet ve düşman hukuku dayatıyor. Tüm bunlara karşı toplumun gerçek anlamda kendi hukukunu var edebilmesi için demokratik uzlaşıyı sağlayacak adımları atması lazım. Buda ancak demokrasi ittifakı ile mümkündür.
Kayyum atamaları ülkenin gündemine oturdu ancak dış politikada da krizler devam ediyor. İdlib kaynıyor. Güvenli bölge tartışmaları devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya ziyareti ardından Kuzey Suriye tehditleri… Tüm bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dış politika giderek itibarsızlaştı. Dış politika falan yok. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı apar topar bir yere koşturup gidiyor. Bir olay oluyor, tamam senden S-400 alalım. İlkeli, tutarlı bir dış politika yok. Bunun nedeni Kürtlerle barışmama inadı. Yani Suriye’deki Kürtlerle, Irak’taki Kürtlerle, Türkiye’deki Kürtlerle barışarak, Türkiye’nin birçok sorunu çözülebilecekken, Kürtlerle barışmamam uğruna herkesle ilişkiye geçebilecek bir ülke var. İdlib’te başka bir şey izliyorsunuz, işte Afrin’i daha yeni yaşadık. Bugün Fırat’ın Doğu’su meselesi önünüze geliyor. Rusya ile ilişkilere bakıyorsunuz. ABD ile Avrupa ile doğru Akdeniz’de tarafta bir kaos bir gerilim bir siyasetsizlik ve Türkiye aleyhine gelişen dinamikler var. Türkiye kendi aleyhine gelişen bu dinamikleri engelleyip, bunu kendi lehine çevirebileceği yerde, elinin tersi ile Kürtleri itip bu kaosun içine dalmaya devam ediyor.
1 Eylül Dünya Barış Günü’nde yaptığınız açıklamalarda erken seçimi gündeme getirdiniz. Türkiye yine seçime mi gidiyor?
Aslında 31 Mart’tan sonra muhalefet bir dört yılın nasıl geçmesi gerektiğini başta biz olmak üzere çok net tarif ettik. İktidar bunu dinlemek yerine aynı siyasetinde aynı politikalarda devam etti. Bu şu demektir artık siyaset 4 yılı beklemez sandık hızla bize doğru yaklaşıyor. Bunun ne zaman olacağını da önümüzde dönemdeki siyasi gelişmeler belirleyecektir. Erken seçim artık gündeme girmiştir.