19 Ağustos sabahı üç büyükşehir belediyesine atanan kayyımların siyasi darbesi alışılagelmişin dışında bir reaksiyonla karşılaşırken, ardıç sallantıları hem dünyada hem de ulusal çapta sürüyor. Bütün bunlar olurken dünya barış hareketleri “dünya barış günü”ne hazırlanıyor. 1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle bu günü ortaya çıkaran meselenin esasına dair bir hatırlatma yaparak sömürge özel valinin (kayyımın) anlamını Polonya’ya atanan Hans Frank üzerinden anlatmaya çalışacağım.
Ne kadar anlaşılır bir netliğe bürüneceğini şimdiden bilemem ama esas meramım Erdoğan devletinin son kayyım atamalarıyla NS döneminin yönetsel sistematiğinin benzerliğine vurgu yapmaktır. Nazi Almanyası’nın lideri Adolf Hitler, 1 Eylül 1939’da Polonya’ya ‘büyük Almanya’nın kutsi davası için saldırdığını söylüyordu. Bu saldırı, tarihin bir dönüm noktası olan İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcı oldu. 1 Eylül 1939 bir cuma sabahı, saat 04.30 civarında Almanya’nın ölüm kuşları (uçaklar) Polonya’nın küçük bir kasabası olan Wielun’u uykuda yakaladı. Oysa Wielun kasabası stratejik açıdan önemi olmayan küçük bir kentti ve Almanya için herhangi bir tehlike de teşkil etmiyordu. Kısa bir süre içinde kasaba merkezi tamamıyla yıkıntılara sahne oldu ve geride sadece küller kaldı. İçeride Yahudiler, Romenler, komünistler ve bütün değerlerine karşı sürdürdüğü amansız yıkım projesinin dışarıdan bir şiddet efsanesine ihtiyacı vardı.
Polonya’ya yönelik tehditler sürerken, dönemin Führer’i bizatihi kendi ağzıyla dünyanın en büyük yalanlarından birini söylüyordu Wielun kasabası saldırıya uğradığında: “Polonya askerleri bu gece ilk kez kendi topraklarımız üzerinde bize ateş açmıştır. Saat 05.45’ten bu yana ateşe karşılık verilmektedir. Ve bu andan itibaren bombalara, bombalarla misilleme yapılmaktadır.” Hitler’in söylediği ve propaganda ve yalan uzmanı Goebbels’in yaydığı bu galiz yalan, savaşın başlama nedeni oldu. Nazilerin yalan ve iftira üzerinde bina edilen bu tür propagandanın esas amacı Hitler’i Alman halkının gözünde kült lider olarak inşa etmek ve böylece onun kitleler üzerindeki diktasını mütemadiyen sağlamlaştırmaktı. Çünkü içerideki ‘ötekilerin kötülükleri’ yetmiyordu ki dışardan saldırgan bir düşmanın icadına ihtiyaç vardı.
Alenen bir yalan imalathanesi gibi çalışan Nazi propaganda mekanizması ihtiyaca göre proje geliştirip durmadan yeni “düşman resimleri” üretiyordu. Dolayısıyla Naziler tarafından kullanılan propaganda Hitler’in kült lider olarak inşa edilmesi sürecinde ne tür yalanlara başvurduğunu anlamak için özellikle büyük Aryan ırk teorisine bakmak yeterlidir. Führer’in kült lider inşasında; tanrısal bir otorite tarafından görevlendirildiği, Alman halkını yönetebilecek tek kişinin olduğu ve Führer’siz bir büyük Almanya’nın asla kudretli bir devlet olamayacağı mitleri inşa ediliyordu. Bunun yanı sıra Nazi propaganda makinesi Hitler’i; tanrısal bir otorite şeklinde lanse ederek, tüm yaşamını halkına adayan, her zaman halkını düşünen ve aldığı tüm kararlarda haklı çıkan insanüstü bir kişi olarak yansıtıyordu.
O süreç boyunca Goebbels bütün medyayı Führer’in emirine koymuş, Horst Wessel gibileri Hitler’i öven marşlar bestelemiş, İradenin Zaferi gibi Führeri yücelten sinema filmleri bile çekilmişti. Milyonlarca masum insanın ölümüne neden Nazi Almanya’sının propaganda tekniklerin başında hiç şüphesiz yakın tarihimizin bir tekerrürü olarak karşımıza çıkan “Tek Halk”, “Tek Devlet”, “Tek Führer” ve büyük ülke rüyası gibi ırkçı söylemler geliyordu. Böylece Hitler’in aldığı tüm kararların ‘kutsi dava’ uğruna aldığı algısı hakim kılınarak, tartışılmadan kabul edilmesi amaçlanıyordu. Nitekim Polonya’nın işgaline giden yolu o kutsi amaca hizmet edeceği için, bunun kabulü Führer için çok basitti. Çünkü Führer Reich’in doğu sınırını çok daha zayıf bir rakibe hızlı bir darbe ile büyük Aryan ırkını güvence altına alacağını sayıklayıp duruyordu. Askeri olarak hızlandırmış bir zafer aynı zamanda siyasi olarak da büyük bir zafere yol açacaktı büyük Almanya için.
Böylece Hitler hem asker hem de siyasi bağlamda diğer Avrupalı güçlere Wehrmacht’in gücünü göstermek için kötülüklerin mucidi olan bütün adamlarını Polonya’nın üzerine sürdü. Nasıl olsa içerde düşman kategorisine oturttuğu ötekilerle olan kesintisiz harbi ‘başarıyla’ devam ediyordu. Führer ülke topraklarını genişletmek istemesinin yanı sıra Polonya halkını da yok etmeyi hedeflediği gerçeği kısa süre içinde pratiğe geçirdi. Lakin işgalin hemen ardından, aydın, siyasetçi, şair, profesör, doktor, hukukçu, öğretmen vs. gözaltına alıp katletti. Halkın direnme gücünü kontrol altına aldıktan sonra sivil halk üzerindeki baskılar gittikçe arttı ve akabinde Polonya’ya kötülüklerin babalarından biri olan Hans Frank adında özel bir sömürge valisi atadı.
Hans Frank Nazi Partisi’nin (NS) öncüsü olan Alman İşçi Partisi’nin genç bir üyesi olsa da pek parlak biri değildi ve hatta pek de sevilmezdi. Parlak olmamanın yanı sıra, aslında vasat biriydi ama çok itaatkar olması ve şiddete olan arzu ve yönelimi Führer’i ikna edecek kadar etkileyiciydi. Bütün faşistlerin ortak özelliğinin sıradan halini üzerinde taşıyordu Hans Frank. Kendi başına silik, kudretsiz ve hatta korkaktı ama grup içinde, formalı haliyle parlak bir kötülük abidesiydi. Onun için bütün kötü işlerde mutlak adı geçenlerden biriydi ve hatta Führerin bizatihi başını çektiği Kasım 1923 başarısız darbe girişiminde kendisi de yer almıştı. Başarısız bir hukukçu olmasına rağmen Führerin kişisel hukuk yardımcısı ve hatta NS’ın resmi avukatı bile oldu.
Hukukun canına okuduktan sonra düşük profilli olarak Führer’in kabinesinde bakanlığa kadar yükseldi. Polonya’nın işgalinden sonra, Hans Frank bizzat Führer’in özel fermanıyla işgal altındaki Polonya topraklarının “Genel Valisi” olarak atandı. Görev süresi boyunca, sivil nüfusa karşı bir terör saltanatı kurdu ve sivillerin katledilmesine doğrudan dahil oldu. Özellikle demografik yapının değişimi, sömürge hukukunu yerleştirilmesi, şehir yönetimlerine özel atanmışlar tarafından yönetilmesi, imha kamplarının inşası ve denetimini, zenginlik kaynaklarına el konması gibi politikaların pratikteki yürütücüsü oldu. Frank Polonya kaybedilmişti, ancak 1945’in başındaki çöküşüne kadar Genel Hükümet’in başında kaldı. Faşizm yenilgiye uğradıktan sonra Hans Frank, Nürnberg mahkemelerinde savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan suçlu bulundu ve böylece ondan gelen kötülük son buldu. Belki de kötülüğün evrensel tarihinin talihi de budur.
Üzerinden 80 sene geçmesine rağmen, Nazi propaganda yöntemleri ve işgal gerekçeleri bu topraklarda yeniden keşfedilircesine hayata geçirilmektedir. Yalanın, hilenin, envaiçeşit dezenformasyonun zamanı, yöntemleri her çağda aynı olmuştur. Führer’in, Nazilerin, Nazilerin çeperinde kümelenmiş sömürge valileri olan Hans Frankların akıbetini bütün insanlık biliyor, darısı bu topraklarda Nazi heveslisi olanların başına diyelim.