İki hafta önceki yazımda (geçen hafta maalesef yazı yazmaya fırsat bulamadım) şöyle demiştim: “Her ulus devlet içinde hegemon kimlikle “bağımlı” ilişkiler içinde olan diğer kimlikler, içinde bulundukları sistemin değiştirilmesi yönünde bir pozisyon yüklenirler. Bizdeki başta Kürt kimliği olmak üzere diğer kimliklerin hegemon “İslamcı-Türkçü” kimlik karşısında yaşadıkları ilişkiselliğin baskıcı niteliği, bütün bu mağdur kimliklere varolan egemenlik biçiminin değiştirilmesi yönünde çok güçlü bir motivasyon sağlıyor.”
Geçen hafta, iktidardaki “İslamcı- Türkçü” iktidarın Diyarbakır, Mardin ve Van belediye başkanlarını görevden alma hamlesi, yalnızca Kürtlerin değil diğer mağdur kimliklerdeki insanların da şu ya da bu biçimde bu baskıya karşı durma tavırları, kimlikler arasındaki “ilişkiselliğin” nasıl çalıştığına bence iyi bir örnek oluşturuyor.
Her ne kadar havuz medyası bu tepkileri konu etmese de, ya da yalnızca iktidarın çizgisinde kalsa da, bu adımın aslında ülkedeki diğer bütün mağdur kimliklere, birlikte, yan yana durarak bu iktidarı sonlandırmak yönünde güçlü bir motivasyon sağladığı ortada. Yalnızca iradeleri çalınan Kürtler değil, seküler Türkler de bu kez tepkilerini açık bir biçimde dile getiriyor ve tavır alıyorlar.
O nedenle de son yazımdaki düşünceler üzerinden gidersek, iktidarın yarattığı baskının karşısında mağdur olan ya da böyle giderse mağdur olacak olan bütün kimliklerin yan yana durarak “değiştirici, dönüştürücü” bir güç olma noktasına hızla ilerlediklerini söyleyebiliriz.
Bir yandan iktidar, elindeki polis gücüyle muhalif tepkilere karşı “kayyum” ve “darbe” gibi kelimelerin kullanılmasını yasaklama garabetiyle baskıyı arttırmaktaysa da, muhalefet de her geçen gün sesini yükselterek, bu iktidarın meşruiyet temellerinin de yok olduğunu dile getiriyor. Eylemler şimdilik daha çok Kürtlerin, sol ve demokrat grupların katılımlarıyla gelişiyor gibi görünse de seküler Türklerin de giderek bu itiraza ses vermekte olduklarını gözlemliyoruz. Bırakalım muhtemel siyasi yorumları, yapılanın düpe düz “adaletsiz” bir uygulama olduğu ve iktidarın kendi eylemiyle ilgili ileri sürdüğü gerekçelerin makul ve kabul edilebilir olmayışı, insanlarımızın vicdani ve ahlaki olarak da tepki göstermelerine neden oluyor.
Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın bugün(dün) İdlib’deki askeri varlığımızla ilgili “Personelimize zarar gelirse” diyerek yaptığı konuşmada aslında Suriye’de nasıl bir başarısız noktaya gelindiğini de ifade etmiş oldu. Kısacası bu iktidar, bütün güç gösterilerine rağmen ülkeyi hem ekonomik, hem siyasi ve hem de uluslar arası ilişkiler bakımından yönetemiyor ve bu gerçek karşısında her geçen gün daha baskıcı yöntemlerle iktidarını sürdürebileceğini sanıyor.
Diyorum ya, bu iktidar kadroları ülkeyi değil bir şehri bile yönetebilecek ne bir vizyona sahipler ve ne de kabiliyete. İstanbul’un durumu ortada. Onun için onların zamanları dolmuş durumda.
Demokrasi bu ülkeye de elbet gelecek.
Yakında…