Tecrite karşı açlık grevleri “inadına” bir direnişle, hiç kimsenin tahmin etmediği bir şekilde iki yüz gün sürdü ve sonuca ulaştı.
Kayyım darbesine karşı direnişin de tıpkı öyle süreceği artık anlaşılıyor. Ben şimdiye kadar HDP’li vekillerin bu kadar kararlı olduğuna şahit olmamıştım. Leyla Güven ruhu herkese sirayet ediyor.
Bu tıpkı açlık grevi ve ölüm oruçlarının vicdanlara seslenmesi gibidir. Vekiller TBMM’deki “rahat” koltuklarını terketmiş, Amed’in, Van’ın, Mardin’in kaldırımlarında, etrafları çembere alınmış bir durumda oturuyorlar. Yalnız oturmuyorlar, medyanın görüntü almasına izin vermeyen çemberi yarıyor, ellerindeki telefonlarla “gazetecilik” yapıyorlar. Kamuoyu vekillerin eylemini, bizim gazetecilerin yanı sıra, vekillerin verdiği haberlerle öğreniyor.
Yaptıkları eylem, “süresiz, dönüşümsüz oturma, ses çıkarma, haber verme eylemidir.”
Belli ki bu direniş tıpkı açlık grevleri ve ölüm oruçları gibi, kayyım darbesi geriletilene kadar sürecektir.
Benzerlik bundan ibaret değil. Hergün izliyoruz. Daha dün açlık grevindeki ve ölüm orucundaki evlatları için amansız baskılara rağmen sokağa çıkan, direnen, haykıran “Beyaz Tülbentliler Hareketi” yeniden canlanıyor. Bu defa beyaz tülbentli anneler evlatları için değil, Belediye Eşbaşkanları, Meclis üyeleri ve onlarla birlikte direnen vekilleri için sokağa çıkıyor.
Ağzında diş olmayan annenin haykırışı hala kulaklarımızda.
Buradan çıkan sonuç nedir?
Açlık grevlerinde ve ölüm oruçlarında ortaya çıkan sonuç ne ise buradan çıkan sonuç da o olacaktır.
Hatta bana öyle geliyor ki bu defa eylemcilerin “kayyımları gönderme” talebini aşan sonuçlar Türkiye’yi bekliyor.
Çünkü devlet krizi derinleşti; AKP parçalandı, oy tabanı daraldı, yeni partiler yolda. Anayasa Mahkemesi bölündü. Yargıtay üyeleri, barolar Saray’ı protesto ediyor. Ordu ayrıştı, İdilb’de, Türkiye-Rojava-Suriye sınırında görevli generaller istifa etti. Ekonomi çöküyor, dolar tutulamıyor, Sabancı Holding en büyük şirketlerinden birini satışa çıkardı. Ve daha da önemlisi “derin devlet”te kargaşa gizlenemiyor, Kemalist ulusalcı derin devlet unsurları ile, Ağarcı, Susurlukçu muhafazakar derin devlet unsurları arasında “hadise” var. Olağanüstü gelişmeler oluyor; Erdoğan rejimi Rojava’ya ha girdi, ha girecek denirken, ABD Urfa’ya girdi, bölgede her Türk generalinin yanında bir ABD generali var, “güvenli bölgede” devriye atacak her Türk askerine karşılık bir Amerikan askeri onun yanında olacak, TSK Rojava’da ABD’nin denetimine girecek. Yalnız ABD’nin değil. “Rus medvedev’iyle (ayısıyla) dans eden Türkiye, artık Tavariş Medvedev dansı bitirmedikçe feleği şaşana kadar pistten inemeyecek.
Ve tam bu ortamda HDP Eşgenel Başkanı ile CHP Genel Başkanı buluştu. Tarihte ilk defa bu iki parti “ortak” bir açıklama yaptı, “darbeye” karşı çıktı, muhalefetin istişare içinde olacağını ilan etti. Ülkede demokratik ittifakın tabanı hızla genişliyor. Bunun ardından sendikalar enflasyona, işsizliğe, düşük ücretlere karşı seslerini yükseltmeye başladı.
Bir de bizim sosyalistlerimiz. Vekil Musa Piroğlu yüzlerce polisin arasında. Tekerlekli sandalyeden “bağırma” diyen polislere karşı haykırıyor: “Ben bağırırım”… Şimdi HDP’yle aynı cephede yer alan sosyalistlerin günü kapımızı çalıyor. Devlet krizi demek “üsttekilerin yönetemez hale gelmesi”dir. Toplumsal kriz ya da “devrimci durum” alttakilerin eskisi gibi yaşamak istememesidir.” Bu iki sosyolojik gerçeklik bir araya geldiği gün, sandıkta güçsüz olan Musa Piroğlu o tekerlekli sandalyeden doğrulur, Gezi Direnişi’nin yüz misli kuvvette patlayacak kitle hareketinin başına geçer.
Hepimiz gördük; sokakta altı yedi ESP’li birbirine kenetlenmiş. Üzerlerine basınçlı su sıkılmakta. Bu yaz gününde o suyu “su” sanmayın. Beton gibidir. Çarptığı insanın iç organlarında kanamalara neden olacak kuvvette basınca sahiptir. ESP’liler bedenlerini harap eden “su işkencesine” kahramanca direndi. Kitleler harekete geçtiğinde o insanların nasıl destan yaratacağını iyice düşünmek gerek.
Yeter ki kitle olsun. Öncü hazırdır.
Ve kitle oluşmaya başladı bile. Alaca karanlık bastığında devletin henüz ayak basmadığı sokaklar hareketeniyor. Sokakların öncüsü Quto ve arkadaşlarıdır. Çocuklardır. Ellerinde teneke, evden yürüttükleri tava, tencere ortalığı gürültüye onlar boğuyor. Ülkede olsam, şu seksene merdiven dayadığım yaşımda, o çocukların öncülüğünü gönül hoşluğuyla kabul ederdim.
Siz de edin.
Çıkmaz sokaklarda değiliz. Kürdistan’ın, metropollerin her sokağı “devrime” çıkar.