Siyasi darbe, hukuksuzluk, halkın iradesini hiçe sayma, olağan bir hal aldı. İki yılı aşkın bir süre kayyumlar eliyle, 96 belediyeyi talan eden iktidar, alıştığı yağma düzenini yeniden kurmaya çalışıyor. Oysa kayyum zihniyeti, daha bir kaç ay önce kurulan sandıkta ağır bir yenilgi almıştı. İktidar, halkın verdiği mesajı anlamak ve yönetim anlayışını değiştirmek yerine; Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediye başkanlarını görevden uzaklaştırarak yerlerine kayyum atadı.
Peki iktidar bu hamleyi niye yaptı? Buna komplo teorilerinin de olduğu bir çok yorum yapılabilir. “Ekonomik ranta alışmış kesimleri yanında tutmak için yaptı” denilebilir.
“İstanbul seçiminin intikamını alma” ihtimali de güçlü bir seçenek. Hatta daha geniş bir perspektiften bakarak, 31 Mart ve 23 Haziran’da oluşmaya başlayan, “demokrasi ittifakını güçlenmeden dağıtma” olarak da yorumlanabilir.
“Kürtleri demokratik mücadeleden vazgeçmeye zorlamak” da hiç yabana atılacak bir yorum değil. Hatta en güçlü yorum bile denilebilir. 2009’da başlayıp, 2015 yılından itibaren hız kesmeden devam eden siyasi operasyonlarla halka ‘demokratik siyasetten umudunuzu kesin’ mesajı veriliyor.
“Olası diyalog çabasının önünü kesmek istiyorlar” yorumu da üzerinde düşünmeye değer.
Zira, 2009’da Oslo’da görüşmeler sürerken yapılan KCK operasyonu da; 2013 yılında İmralı’da başlayan görüşmelerin hemen ardından 9 Ocak’ta Paris’te üç Kürt kadının katledilmesi de tesadüf değildir.
“Kadınların belediyelerde temsil edilmesini hazmedemeyen erkek egemen zihniyet, kadın iradesini darbelemek istiyor” şeklindeki yorumu belki de en başa yazmak gerekirdi.
“Kürtleri seçme yeterliliğine haiz görmeyecek kadar, derin bir ırkçılık illetine yakalanmış olma” ihtimali de hayli güçlü. Zira, “Siz yanlış partiyi/kişileri seçtiniz onun için kayyum atadık” mealinde sözler açıkça söyleniyor.
“Dışarıda sıkışan iktidar, içeride milliyetçi motivasyonunu artırarak, başarısızlığını gizlemeye çalışıyor” yorumu da pekala yapılabilir
Bütün bu yorumların her birinin mutlaka gerçeklik payı vardır, ancak hiçbirisi tek neden değildir. Ayrıca tek kişinin iradesine tabi kılınmış bir iktidarda bütün bunların, belli kliklerin işi olarak gelişme ihtimali de hiç yoktur. Açıkçası ortadaki tablo, rantçıların, ırkçıların, kadın düşmanlarının ve savaştan nemalanan kesimlerin ortak saldırısına işaret ediyor.
O nedenle senaryolarla uğraşmak yerine hakikatin peşine düşmeliyiz. Hakikat halkın iradesine yönelik açık bir siyasi darbe yapılmış olmasıdır. Hem de olağanüstü hal, sıkıyönetim koşullarında değil, olağan hukuk devletinin işlediği var sayılan bir dönemde yapılmıştır. Çünkü bu iktidar, “Allah’ın bir lütfu” olarak gördüğü 15 Temmuz darbe girişimini bahane ederek, OHAL hukukunu, KHK aracılığıyla ‘olağan hale’ getirdi.
Siyasi iktidara “Halkın iradesi ile seçilen belediye başkanının yerine bir memur atama” yetkisi veren KHK ile Belediye Kanunu değiştirildi. Daha önce İçişleri Bakanlığı’nın idari yargı kararına tabi olmak koşuluyla, ancak başkanın görevi sırasında ve görevi ile ilgili suçlamalar nedeniyle sınırlı bir görevden uzaklaştırma yetkisi vardı. Ve bu durumda da Belediye Meclisi kendi içinden bir meclis üyesini ‘başkanvekili’ olarak seçiyordu. KHK ile bu da değiştirilerek bakanlığın atadığı memura, seçilmiş belediye meclisini devre dışı bırakma ve meclisin görevlerini üstlenme yetkisi verildi. OHAL kalktı, ama iktidara “istediğin zaman, istediğin belediyeye el koyabilirsin” diyen bir Belediye Kanunu yürürlükte.
“Siyasi darbeye yol veren” bu hüküm değiştirilmediği sürece hiçbir belediye güvende değildir. Yargının bu kadar siyasallaştığı, devletin tüm kurumlarının iktidarın arka bahçesi haline geldiği bir dönemde, “hakkında örgüt soruşturması var” argümanı, her an, her belediye başkanı için rahatlıkla üretilebilir. Hatta hayali kişilerin BİMER’e gönderdiği iki satırlık iftira ile hemen örgüt soruşturması açmanın sayısız örneğini yaşadık.
Hukuk devleti, demokrasi rafa kaldırılmış, yerel yönetimler merkezi iktidarın insafına terk edildi. Böylesi bir hukuk garabetinin değil gerçek demokrasilerde, demokrasi maskesi takmış bir ülkede bile kabul görmesi mümkün değildir.
Bu gidişatı durdurabilecek olan tek şey demokrasiye inanan herkesin sesini yükseltmesidir. Diyarbakır’da kayyum bariyerleri önünde “Benim oyum nerede?” diye feryat ananın sorusunun tek muhatabı iktidar değildir. O ana iktidara hesap sorarken; demokratik muhalefetten de “Feryadını işittik, hep beraber senin de oyuna sahip çıkacağız” diyen bir ses duymak istiyor.
Politik mücadelenin yanı sıra, tüm demokrasi güçleri bu hukuk garabetinin ortadan kaldırılması için güçlü bir hukuk mücadelesi başlatmalıdır. Daha fazla gecikmeden, demokrasiye inanan tüm hukukçular, KHK ile değiştirilen Belediye Kanunu’nu gündemlerine almalı, hukuki mücadeleye öncelik etmelidir. Yürütmeye, ‘yerel seçim sonuçlarını fiili olarak ortadan kaldırma yetkisi’ veren bir yasa, anayasaya da uluslararası hukuka da aykırıdır. Bugüne kadar yeterince gündem olmadıysa biraz da muhalefetin eksiğidir. Vakit geçirmeden ses yükseltilmeli; bir kez daha iktidarın belediyelere el koymasına ‘sessiz kalarak’ da olsa rıza gösterilmemelidir.