Gündem belirleme teorisinin temel mottosu şudur: “Medya size ne düşüneceğinizi dikte edemez ama neler hakkında düşünüp konuşacağınızı belirler”. Artık ikisi aynı şey olduğu için medya yerine siyasal iktidar demek yanlış olmayacaktır. Ve bunun tersinin de doğru olduğundan hareketle, bilimsel bakışın merceği, neler hakkında konuşulup düşünüldüğünden çok nelerin gündem dışı bırakılmakta olduğu üzerine odaklanmak durumundadır. Gözlerimizi, Erdoğan’ın AKP’nin 18. kuruluş yıldönümü münasebetiyle çektiği nutka çevirelim. Az zamanda çok lüzumsuz işler, yollar, köprüler falan… ardından sıra dış politikaya geldiğinde tek bir konudan (Doğu Akdeniz’de petrol sondaj girişimi) bahsetmiş olması manidar. Oysa aynı gün ya da bir gün öncesinde Vladimir Putin’le İdlib üzerine bir telefon görüşmesi yapmış. Olmamış gibi yapıyor. Bir hafta öncesinde ABD ile yine Suriye konusunda bir anlaşmaya varılmış olduğu beyanı mevcut. Ortak karargâh anlaşması gereği Urfa’ya ABD askeri birlikleri iniyor. Yine olmamış gibi yapıyor. Yok; onun yerine, Fatihler, Yavuzlar, Barbaroslar falan Doğu Akdeniz’de sondaj yapacakmış. Dış politika bundan ibaret. Buyurun size gündem; bunun hakkında konuşun ve ikinci bir emre kadar başka bir şey de sakın ha düşüneyim demeyin!
Bu tavır, reisten emir almaya alışkın AKP kadroları açısından etkili olabilir ama toplumun geri kalanı ne olacak? El cevap: Diyarbakır, Mardin ve Van belediyelerine kayyum atanacak, daha ne olsun? Kayyım adımı ile açığa çıkan politik agresyon iki yönlü: Birincisi, Suriye’de fena halde duvara sürtülen burnun acısını çıkarmak; topyekûn bir dış politika fiyaskosunun acısına teselliyi kendi ülkesinin Kürt yurttaşlarına saldırıda aramak. Klasik “Türk sorunu” deyip geçebiliriz; ama ikincisi de var ki tam da başta sözü edilen gündem belirleme çabası: Muhalefetin başına kayyım faşizmini sararak Fırat’ın doğusu ve batısı ile Suriye üzerine konuşulmasını, düşünülmesini, soru sorulmasını ilelebet engellemek mümkün olmasa bile ertelemek, geciktirmek.
O halde, sözü hiç dolandırmadan Fırat’ın doğusu ve batısı ile Suriye politikası üzerine düşünmenin, konuşmanın, sorular sormanın vakti gelmiş demektir. İdlib’de bir Türk askeri konvoyu hava bombardımanı ile durdurulmuştur. Öncelikle, bu konvoy tanklar, toplar, zırhlı araçlar vb. ihtiva etmektedir. Resmi açıklama, “gözlem noktasına lojistik takviye” şeklindedir. İnandırıcı mıdır? Sonra, bu konvoy vurulduğunda “üç sivil” ölmüş “on iki sivil” yaralanmıştır. Askeri konvoy içinde bu sivillerin işi nedir? Ne şehittir ne gazi midir? Olayın akabinde Putin ile yapılan telefon görüşmesi hakkında sarayın değil de Kremlin’in açıklamasına baktığımızda şunlar söylenmektedir: Türkiye Soçi mutabakatında üzerine aldığı yükümlülükleri yerine getirmemiştir. İdlib’deki cihatçıları silahsızlandıracağı sözünü vermiş ama tersini yapmıştır. Anlaşmanın olduğu tarihte İdlib’in yüzde ellisi cihatçı kontrolündeyken bugün itibarıyla yüzde doksanı cihatçı teröristlerin kontrolündedir. Rusya dışişleri böyle diyor. Türk askeri birliklerinin İdlib ve civarından güvenle çıkmaları için kendilerine koruma sağlayacağını da beyan ediyor. Fiiliyatta, 200 kişilik askeri birlik ihtiva eden bir gözlem noktası, Suriye ordusunun kuşatması altında. Bu gelişme yeni ama bu tür konvoylar ve sevkiyat belli ki geçmişte de gerçekleşmiş ve engellenmemiş. O halde olayın zamanlaması önemli olmalı.
Zamanlama açısından daha ilginç bir rastlantı mümkün değil. Fırat’ın doğusu üzerine ABD ile bir “güvenli bölge” anlaşması yapılmış. İmzalar atılmış. ABD kurmay heyeti Urfa’ya gelip karargâh kuruyor. Ve o gün Suriye hava jetlerinin (siz Rusya diye okuyun) Türk konvoyuna saldırısı… ABD ile anlaşmanın içeriğine bakmak gerekir ama bu içerik henüz oluşmadı ya da kamuoyuna açıklanmadı. Ama ABD basınında yazılanlar şöyle: Türkiye’nin Suriye Demokratik Güçleri’ne (DSG) saldırısı engellendi; Fırat’ın doğusunda mülteci kampları oluşacak; bu kadarını biliyoruz. Ama yazılan bir şey daha var: Türkiye’nin güvenlik koridorunu Fırat’ın batısındaki bölgelerde elinde olan nüfuz alanlarına yayarak buralarda da ABD ile işbirliği yapması… Buyurun size İdlib bilmecesinin cevabı.
Fırat nehri Suriye toprakları üzerinde Rus ve ABD nüfuz alanlarını fiilen bölüyor. Tek istisna Minbiç. İşte Türkiye-ABD mutabakatı, ABD askeri nüfuzunun Türkiye eliyle Fırat’ın batısına doğru genişlemesinin yolunu da açıyor. Daha başlamadan da bombalanıyor. Rusya tarafından. S-400’ler, Antalya’da turizm patlaması, domates ihracatı vb. bir yere kadar: “Ayı ile dansa kalkarsan eğer; dans, sen vazgeçtiğin zaman değil ayı vazgeçtiğinde sona erer”.
Hülasa, ABD ve Rusya’sıyla, Fırat’ın doğusu ve batısıyla topyekûn iflas etmiş bir Suriye politikası görünür hale geliyor. Erdoğan, nutuklarında artık meseleyi es geçmek zorunda. Öte yandan, “bayram değil seyran değil” bu kayyum da nereden çıktı? sorusunun cevabını da buluyoruz. Ama üzülmeyelim; hükümetimiz kayyumun sınırları konusunda son derece hassas. İsmi ile müsemma saray sözcüsünün açıklamasını ciddiye alacak olursak, “İstanbul, Ankara ve İzmir’e” yani CHP’li belediyelere kayyum atanması şu an itibarıyla gündemlerinde yokmuş. Yani saldırının hedefi HDP ile sınırlı; CHP’liler Kazdağları’nda tatillerine devam edebilirler.
Neyse ki yakında okullar açılacak.