RTE zaten seçim öncesi ilan etmedi mi? Kim takar seçim sonuçlarını demedi mi? Sıkıysa HDP’ye oy verin, ayrıksı ot ayarlar gibi ayıklayacağım demedi mi? Dedi! Adam bildiğini okumaya devam ediyor, hodri meydan diyor.
Aslında TC demokrasisi baştan arızalı. Demokrasi söylemi ya da seçim falan mı? Hepsi makyaj unsuru dünya önünde.
1945’te faşizm yenildiğinde TC, son vagona atlayıverdi hemen. Tamam ben de çok partili sisteme geçiyorum diye ilan etti Milli Şef.
Önce görünürde sol basına, partilere, insan hakları cemiyetlerine, sendikalara izin vermiş poza girdi.
Ama ne zaman liberalliğe soyunan DP ile sol arasında ortak yayın projesi gündeme geldi, Tan gazetesini, “gençliği” galeyana getirip, yerle bir ettirdi. MilliŞef. Yani Demirel’i, Erbakan’ı, kimi CHP siyasetçileri, ilk anti sol stajlarını orada yaptılar. Türkeş desen ise, Nazi yanlısı bir yapılanma içindeydi çoktan.
- Dünya Savaşı nedeniyle ilan olunan Sıkı Yönetim, savaş biteli uzun zaman geçtiği halde hala yürürlükteydi. Ve 1946’da da legal sol partileri ve sendikaları, Sıkıyönetim bir tebliğ ile kapatıverdi.
Muhafazakarların liderliğine soyunan 1938 tevkifatlarının mimarı, Mareşal Fevzi Çakmak düşünebiliyor musunuz, ilk insan hakları cemiyetinin kurucuları arasında yer aldı.
CHP, bu ilk insan hakları cemiyetine ajan mı sokmadı, neler yapmadı çökertti. TC, 1986’da İnsan Hakları Derneği kurulana kadar, etkin bir insan hakları cemiyetine sahip olamadı, 60’lardaki güdük bir çaba dışında.
“Liberallerimiz” gerekli dersi almışlardı. Hemen sola karşı gardlarını aldılar. Hatta iktidarı 1950’de aldıktan sonra, Cumhuriyetçileri solladılar, arattılar hatta. Zaten o zaman model aldıkları ABD’de, Macarthy önderliğinde “cadı avına” çıkılmıştı. Nefes aldırmadılar sola 10 yıl boyu.
Sadece TKP’yi değil, sosyalizmin s’sini bile yasakladılar. Artık şiirlerde, desenlerde çekiç orak avına çıktı zehir hafiyeler.
Batı demokrasisinin bir ayağı muhafazakarlar, liberaller ise, öteki ayağı sol, sosyal demokratlardır.
Milli şef demokrasinin sol ayağını en baştan kesip attı.
Hasılı demokrasi, daha en baştan düşük yaptı. Demokrasi RTE’nin deyimi ile topal ördek demokrasisi oldu. Yerel iktidarı kazanan CHP ve HDP başkanları değil! RTE CHP’li belediye başkanları ile, “topal ördek” diye dalga geçiyor ama. Topal ördek kılınan, demokrasinin kendisi.
Demokrasi, erki ele alana kadar binilecek otobüs oldu, Türkiye sağı için.
2002 sonrası en önemli yasal değişim, anayasa mahkemesinin parti kapatma yetkisini elinden almak oldu.
Şu anda seçimlere HDP katılabiliyorsa, bu bir lütuf değil, yasal bir zorunluluk. Ama bu demokratik reform HDP için değil, AKP kapatılmasın diye sağlandı. 2007 yılında mahkum oldular ama kapatılmaktan kurtuldular. 28 Şubat’ta Necmettin Hocanın başına gelenler, RTE’nin başına gelmedi.
Ancak gelişmeler adım adım, TC’nin eski düzene geri dönmesine doğru ilerliyor.
Önce Evren Cuntasının demokrasimizin başına bela ettiği, dünyanın en yüksek oranı olan %10 barajı vardı. 1990’larda onunla epey idare ettiler. HDP geleneği ancak önce SHP’den, sonra bağımsızlardan aday göstererek bu yasağı delebildi. Ama bu baraj, bir sol çatı partisi oluşturulması sayesinde kırıldı.
Düşünebiliyor musunuz? HDP, 2015 seçimlerinde, aşırı Tük milliyetçiliğinin partisi MHP ile eşit sayıda, 80 mebus çıkardı!
Topal ördek demokrasisi ilk kez tökezledi. Ve TC, hemen son hız, Orta Asya Cumhuriyetlerinin, babadan oğula başkanlık sistemine yöneldi.
Şimdi CHP’ye bağırıyoruz: Susma! Sustukça sıra size gelecek!
Türkiye evet, baskı, zulüm ve sansür tarihidir. Ama Türkiye aynı zamanda çok köklü bir demokratik direniş geleneğine sahip bir ülkedir. Şeyh Bedrettinlerden, Pir Sultanlardan, Celalilerden, Şeyh Ubeydullahlardan vd.’lerinden, Rigaslardan, Krikor Odyan ve Mithat Paşalardan, Paramazlardan, Halk İştirakuyun Partilerinden (TBMM’de parti olarak CHP’den önce HİP vardı!), TİP’lerden, Mahir-Deniz-İbrahimlerden, 1970’lerin Direniş Komitelerinden, en genç kuşağın Gezi sivil direnişinden bu yana.
Eğer zaman zaman biraz soluk alınabiliyorsa bu direniş ruhunun ölmemesi sayesindedir. Evet, Çetin abinin deyimi ile, “enseyi karartmayacağız”.
Martin Luther King’in deyişiyle, “we will overcome someday…We will walk together… We shall live in peace”