İktidarının tek meşruiyet dayanağı olan sandık desteğini yitiren AKP darbe yapmaya doymuyor. Bir tür darbe bağımlılığı oluştu. AKP’nin tek parti iktidarını yitirdiği 7 Haziran 2015 seçimlerinden beri durum bu. Tayyip Erdoğan bizi şaşırtmayarak gücü ve yetkiyi elde tuttuğu sürece, seçim yenilgilerini demokratik bir olgunlukla değil, muhalefeti bölmeye ve ezmeye yönelik hamlelerle karşılayacağını tekrar tekrar gösteriyor. Üstelik bu hamlelerinde eskisi gibi başarılı olmadığını görse bile…
AKP iktidarının 31 Mart yerel seçimlerindeki büyük yenilgisinin ardından, İstanbul seçimini iptal ettirdiği 6 Mayıs YSK darbesini püskürten ve AKP’yi 23 Haziran’da ikinci kez yenen muhalefet, şimdi de 19 Ağustos kayyum darbesiyle karşı karşıya. Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediye başkanlarının görevden alınması ile başlayan yeni kayyum darbesinin yine bütün HDP’li belediyeleri kapsayacak şekilde tasarlandığı ancak hedefin HDP ile sınırlı olmadığı ve yine muhalefeti en zayıf noktası olan Kürt sorunundan vurarak bölme, ezme ve etkisizleştirme mantığının işlediği görülüyor.
Ancak iktidar hangi bahaneyi öne sürerse sürsün, hangi amacı güderse gütsün bu seferki kayyum atamalarını nedenleri, kapsamı ve olası sonuçları itibariyle 2016’daki özyönetim ilanları ve hendek direnişleri sürecini izleyen kayyum atamalarının bir tekrarı olarak değerlendirmek doğru değil.
Bambaşka bir süreç içinde, bambaşka konumlara gelmiş siyasi güçler arasındaki bir çatışma söz konusu. 2016 sonbaharında DBP’li-HDP’li belediyelere kayyum atayan AKP, 15 Temmuz 2016 darbe girişimini henüz püskürtmüş olmanın, sözüm ona “milli iradeyi” savunan güç olmanın sağladığı avantajla hareket ediyordu. Temmuz 2015 itibariyle çatışmasızlık sürecini bitirerek Kürt hareketini ezmeye yönelik bir saldırganlık ile kontrgerilla kliklerini etrafında toplayıp iktidarını tahkim etme rotasına girmişti.
HDP ise darbe girişimi sonrası AKP, MHP ve CHP’nin birlikte örgütlediği Yenikapı Mitingi ile alenen dışlanıp açık hedef haline getirilmiş, Kürt silahlı hareketinin Rojava/Suriye öncelikli siyaseti nedeniyle kaldıramayacağı bir direniş ve çatışmanın ortasında kalmış, yalnız ve paralize bir parti halindeydi.
Bugüne geldiğimizde güç ve yetkiyi elinde bulundurmasına rağmen, 31 Mart’ta aldığı ağır yenilgi sonrasında sandık meşruiyetini yitiren; 6 Mayıs YSK darbesinin sonucunda başarısız olan ve gücünün sınırları görülen; engelleyemediği taban çözülmesinin ardından Gül, Babacan ve Davutoğlu’nun yeni parti çalışmalarına girişmesi ile örgütsel çözülme emareleri de gösteren; Suriye’de de sefere niyetlenirken durdurulan, hatta geri püskürtülmekte olan; kontrgerilla ilişkileri açısından da mevcut birliği korusa bile artık şiddetlenen bir iç rekabetle kuşatılan bir AKP söz konusudur.
HDP ise o günkü yalnız ve paralize olmuş parti değil, AKP’yi yenilgiye uğratan ittifakın resmi olmasa bile fiili bir parçasıdır. Bu fiili ittifak CHP yönetimine ve İYİ Parti’ye hâkim olan devletçi-milliyetçi aklın sınırlarıyla maluldür ancak faşizme karşı mücadele içinde oluşan kardeşleşme eğilimleri de bu sınırlarla uyumsuzdur.
Henüz sonuçlarını görmediğimiz yeni kayyum darbesi karşısında gelişen itirazın İstanbul ve İzmir büyükşehir belediye başkanlarından Gül-Davutoğlu ikilisine, CHP Genel Merkezi’nden Saadet Partisi’ne geniş bir yelpazeyi kapsaması ve saldırının şu ya da bu biçimde İstanbul ve Ankara’yı da hedef alan bir saldırı olarak görülmesi 2016’dan bu yana toplumsal- politik zeminde AKP aleyhine yaşanan değişimle doğrudan ilgilidir. İktidarın bu hamlesinin İYİ Parti’yi sessizliğe itmesi ise tablonun muhalefet açısından zayıf yanını ortaya koymaktadır.
Bu yeni darbe bir yönüyle, asıl olarak gücün değil, siyasi tekel isteyen merkezi iktidarın 31 Mart-23 Haziran sonrasında yerel yönetimlerin muhalefetin eline geçmesine, yani güçsüzleşmeye karşı tahammülsüzlüğünün yansımasıdır. “Yerel”de iktidarını yitiren AKP’nin merkezde iktidarını aynı şekilde sürdürmesi mümkün değildir. Ya yerel yönetimleri gasp edecek ya da ivmelenen bir çözülme süreci ile karşı karşıya kalacaktır.
Daha geniş ölçekte de yerel seçim yenilgisinin ardından kendisini yenenlerin ve kendisinden kopanların yükselişine razı gelip kendi çöküşünü izlememek için iktidarın inisiyatifi yeniden ele geçirme çabası ile karşı karşıya olduğumuz ortadadır. İktidar koalisyonu bir zafere ihtiyaç duymaktadır ve karşısındaki fiili ittifakı Kürt hareketini hedef alarak bozguna uğratmaya çalışmakta, yani yenilmeyeceğini umduğu yerden saldırmaktadır. “Fırat’ın doğusuna operasyon” zorlaması da bu çabanın bir parçasıdır ve yeni kayyum darbesinin perde arkasında bu zorlama ekseninde yaşanan gelişmeler belirleyicidir.
Peki AKP bu kez de başarılı olacak mı? Bu, iktidar koalisyonunun dışında kalan güçlerin eskisinden farklı bir davranış gösterip gösteremeyeceklerine bağlıdır?
Açık söylemek gerekirse iktidar yeni ve kapsamlı bir darbe girişiminde bulunuyor ama yere sağlam basmıyor. Suriye’ye şöyle bir bakınca pek de parlak bir tablo görünmüyor. Belirleyici olan muhalefetin yere sağlam basıp basmayacağıdır.
Nasıl ki AKP halkın 31 Mart’ta sandığa yansıyan iradesine karşı 6 Mayıs’ta YSK eliyle İstanbul merkezli olarak başlattığı ama bütün Türkiye’yi hedef alan darbenin altında kaldı ise 19 Ağustos’ta bu kez Kürt illerinde başlattığı ve yine tüm Türkiye’yi hedef alan bu kayyum darbesi de püskürtülebilir. Yeter ki 31 Mart-23 Haziran’da AKP’yi omuz omuza alt edenler, bu kez de bu topyekûn saldırı karşısında omuz omuza dirensin, tepki beyan etmenin ötesinde sonuç alıncaya kadar sürdürülebilecek bir ortak ve sürekli itirazı üretebilsin.
AKP’yi son 6 ayda iki kez alt ettiğimizi, “AKP ne olursa olsun iktidardan gitmez” aşamasından “AKP ne yaparsa yapsın halk pes etmedikçe o iktidarı kaybedecek” aşamasına geçtiğimizi unutmayalım.
Kayyumlar eliyle belediye duvarlarına yeniden asılan Erdoğan’ın resmi AKP’nin zafiyetini örtmek üzere asılmıştır. AKP’nin zafiyeti tam da halk indirsin diye asılan o resmin kendisidir.