Sanki aynı anda birkaç düğmeye birden basılmış gibi… Yok, kayyumlardan söz etmiyorum, o düğme zaten belli. Çoktandır sabırsızlanan bir parmak üstünde duruyordu ve bastı. Arada Kürt halkının ‘cahilliğinden’ ve ‘korkaklığından’ dem vuran çıyanları da geçiyorum, onlar her zamanki işler. Ama bir ‘ayar’ tayfası var ki, kayyum darbesiyle eş zamanlı olarak ‘HDP’nin artık nasıl davranması gerektiği’ üzerine konuşmaya başladılar. Aslında iktidar halkın iradesine saygılıymış da, asıl yapmak istediği şey, HDP’nin ayarlarını yeniden kurgulamakmış, vs. vs… Birkaçı, ‘bundan sonra işler böyle. Bu konsepte göre davranacaksınız’ diye açıktan söyledi bile. Daha Türkçesi şu: Mümkünse hiç olmayın ama eğer ille de var olmak istiyorsanız yerde sürünüp bizim lütfettiğimiz kadarıyla yetineceksiniz!
Batıdan bakarak Kürdü anlayamayanlar için tam bir deneydir bu. Bir anlığına kendinizi Diyarbakırlı genç bir insanın yerine koyun. Sandığa gidiyorsunuz, oyunuzu kullanıyorsunuz ve sonra biri gelip bu kâğıt parçalarının bir değerinin olmadığını söylüyor. Neden diye sokağa çıktığınızda da sopayla karşınıza dikiliyor. Yani kısacası sizi açık siyaset alanında yaşatmıyor, yaşatmayacağını açıkça ilan ediyor. İstanbul’daki 6 Mayıs YSK kararı bunun yanında gazoz sayılır. Seçim iptali filan değil bu; sen kimi seçersen seç ben bildiğimi okurum tavrıyla karşı karşıyayız. Bağlar rezaletini ne çabuk unuttuk?
‘Sustukça’ sıra buralara gelir mi peki? Öyle bir kural yok! Kim uyduruyor ki bunu? Gelmeyebilir. Niye gelsin hem? 23 Haziran’dan bu yana tatilde olan bir muhalefet varken, niye gelsin hakikaten? Evet, belediyelerdeki rantlar kesildi biraz, sıkıntı var elbette ama misal, İmamoğlu şimdiye kadar İBB kaynakları ve tesisleri üzerinden yapılan ‘devlet işleri’ üzerine bir açıklama yaptı mı hiç? Peki, hezimete uğramış bir iktidarı zorlayıcı tek hamle var mı? Her ‘milli’ meselede iktidarın arkasında kayalar gibi durmaktan vazgeçiyor mu muhalefetin ana gövdesi? Tank-Palet’in önünde oturup parti örgütlerine ‘aman ha Kürtlerle bir arada durmayın’ diye emirler yağdıran kim? Suriye için konferans planlayıp Kürtler gelmesin de ne kadar çeteci varsa gelsin diyen kim?
Balık hafızalı mıyız biz? Şimdi, şu anda, eski AİHM yargıcı Rıza Türmen bu ülkede Cumhurbaşkanlığı makamında oturuyor olabilirdi mesela. Üç-beş yıl geçince herkes unutuyor bunları kolayca. 2014’te, Türmen’i öneren HDP’nin ille de Demirtaş diye bir derdi mi vardı? Demirtaş’ın kendisinin böyle bir derdi mi vardı? Bunu elinin tersiyle itip Ekmeleddin salaklığıyla Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı yapan kimdi? Daha sonra da Meclis’i polisin av alanı haline getiren kimdi peki?
Şimdi geldik bugüne… Susarsak sıra Batı’ya da gelirmiş! Gelmez. Biz bu ülkede ‘Müjde! Soğuk hava dalgası yarından itibaren doğuya doğru kayıyor’ diye haber sunan meteoroloji uzmanları gördük! Neden gelsin ki?
Ama onlar da kendilerine çeki düzen versinler canım! Bir ehlileşseler, kucağımız onlara da açık! Herkesi kucaklıyoruz çünkü biz! CHP seçmeninin sülalesine küfreden trolleri de, savaş sanayinin taze damatlarını da, El-Kaide türevi Suriye çetelerini de… Herkesi, herkesi kucaklıyoruz! Şimdilik ama… Hele şu eski ‘derin stratejistler’ yeni partilerini kursunlar, o zaman bakarız duruma, berikiler hala fabrika ayarlarına gelmemişlerse kucağımızın sol yanını kapatıveririz iyice, birkaç kamikaze milletvekili Cumartesi eylemlerinde filan durumu idare eder, biz kendi bildiğimiz yoldan yürürüz.
Göreceğiz. Hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Herkesin bir hesabı var ama halkın da bir hesabı var. Halk bazen yanlış hesabı kendi bildiği yoldan düzeltir ve herkesi hizaya sokar. Halkın hizası ile ‘Yenikapı’ hizasını karıştıranlar ise her zaman hüsrana uğrar.
Çünkü ‘sıra’ dediğimiz şey, malum tekerlemenin aksine, aslında ‘susanlara’ değil, konuşanlara geliyor. Susuyorsan zaten, seni niye rahatsız etsinler? Ancak sorun şu ki, konuşanlar zaten konuşuyor oldukları için gelene de gidene de bir güzel saydırıyorlar. Susanlara kalan ise ‘sıra’nın gelmemesinin, daha doğrusu zaten sırada olmamanın utancı oluyor.
Göreceğiz. Daha önce ‘İskender’ de görmüşüz, ‘Sultan Murat’ da. Gölgeleri bile kalmamış geride. Çünkü eninde sonunda tarih sorar o en bildik soruyu: “Ev sahibi ev sahibi / Hani bunun ilk sahibi?”