Yarası bir türlü kapanmayan bu topraklarda hakka hukuka şans tanınmadı. Yara daha derine indi. Antidemokratik uygulamalar, hukuksuzluk, baskı ve zulüm hayatın bünyesine gerdirilen habis bir doku gibi giderek çoğalıyor.
Türkiye’de artık seçimlerin de bir kıymeti harbiyesi kalmadı. Seçimle göreve gelen HDP milletvekilleri, belediye başkanları ve yüzlerce yöneticisi görevden alınmakta ve birçoğu tutuklanarak cezaevlerine konulmaktadır. Yeni seçimlerle, halkın iradesiyle tekrar kazanılan belediyelere bir kez daha kayyım atanıyor.
Bunca hukuksuzluğun yaşandığı bir ortamda olan bitene alkış tutmak, hala her şeyi güllük gülistanlık görmeye ve göstermeye çalışmak vicdanı hiç sızlatmaz mı sormak gerekir. Çevremizde olup bitenlere; duygularımıza, vicdanımıza, kalbimizin istek ve arzularına sırt çevirmek nasıl insan kılar bizi?
Haksızlığa karşı direnenlere ‘Ben niye burada değilim’ diye vicdan muhasebesi yapmak yerine ‘Sen niye buradasın’ diye sormaya kalkıyor birileri. Böyle bir davranış en hafif tabiriyle insaniyet ve haysiyet fukaralığıdır.
***
Toplumların, hayatın tıkandığı ya da tökezlediği anlarda gösterdikleri ya da gösteremedikleri tavır o toplumların tarih hanesine yazılır. Kişi ya da toplumların tarihi bu anlarda atılan ya da atılmayan adımlarda saklıdır. Bir dirhem vicdan kalmışsa şayet, kişi bu zalimce tutumlara karşı huzur bulamaz, sessiz kalamaz. Çünkü insan, doğası gereği vicdanının sesini dinlediği oranda huzur duyacak şekilde yaratılmıştır.
Vicdan; kendi kendimizi sorgulayabilme ve hesaplaşabilme üstünlüğüdür. Akıl ve vicdanımızın bize gösterdiği yol ile egomuzun ve dizginlenememiş duygularımızın istekleri arasında zaman zaman seçimler yapmak, çatışmalara göz yummak durumunda kalırız. Çoğu zaman da egomuzu ve duygularımızı kayırmak gibi bir alışkanlık içinde olmaktan geri kalmayız. Oysa akla ne denli muhtaçsak, iç dünyamız ve huzurumuz için vicdana da o denli ihtiyacımız vardır. Gerçekte insanın egosu, güzel duyguların düşmanı değildir. Vicdan, insanı hep doğruya ve güzele götüren bir yönetici ve yönlendiricidir. Vicdan, kendisine karşı dürüst olan insanın tek efendisidir.
“Yanlış, eğri, lanet bir uygulamanın, bir sabit fikir peşinde gitmeyi, kör nefsine ve hatta zulme bayraktarlık etmeyi yaşamın sanki bir gereği ve hatta gerçeği olarak görülmeye başladığımız bir süreç… Bu dünyanın bu katılaşmış ve kalıplaşmış görünümünden sıyrılın. Kendinizle, öz kimliğinizle buluşun” diyor Henri Benazus.
***
Evet. Kendinizle öz kimliğinizle buluşmadıkça sizin adınıza hep onlar konuşacak. Tanımak gerek onları. Sistemin kokuşmuş aygıtları, yasakların adıdır onlar, miadı geçmiş yasalardır. Yalan ve talandır onlar. Öncül ve ardılları vardır onların. Yaşamın yüzünde bin yıllık çıbandırlar. Vazifeleri ve ulufeleri vardır onların. Zulme kuruludur hep saatleri. Beyinlerinin labirentlerinde öcüler yaratır onlar. Onlar hiç gönülden, bir selamdan bir kelamdan anlamazlar. Yürekleri zayıflıklarla dolu olsa da hep güçlüyü oynarlar. Gerçeği söylememek için bin dereden su getirirler. Yalanlardan beslenen sırça köşkleri ve sarayları vardır.
Sizi bir mantalitenin tek tip piyonları, köhnemiş bir paradigmanın figüranları yapıyorlar. Gücünü sizden alıyor onlar. Şairin dediği gibi yalanla besliyorlar sizi:
Ve insanlar, ah, benim insanlarım,
yalanla besliyorlar sizi,
halbuki açsınız,
etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız.
Ve beyaz sofrada bir kere bile yemek
yemeden doyasıya,
göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu
dünyadan…
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
antenler yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak
baldırları kızların,
dua yalan söylüyorsa,
ninni yalan söylüyorsa,
rüya yalan söylüyorsa,
meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin
gecelerinde ayışığı,
söz yalan söylüyorsa,
ses yalan söylüyorsa,
ellerinizden geçinen
ve ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
bu bezirgan saltanatı, bu zulüm
bitmesin diyedir.