Mücahit Akgün
Kürt meselesinde Türkiye resmi ideolojisinin temel gerçeği iktidara hangi parti gelirse gelsin ‘inkar ve imha’ politikası olmuştur. Kürt siyasal hareketinin çoklu politik stratejileri ve buna dayalı taktik zenginliği sürekli ve istikrarlı gelişimini sağlarken, zaman faktörünün Kürt siyasal hareketinin lehine işlemesini de beraberinde getirmiştir. İktidara gelen her partinin iktidarda kalmasının ilk ve temel şartı Kürt siyasal hareketine karşı başarı ya da başarısızlığına endekslenmiştir. Kürt siyasal hareketi karşısında başarısız olan tüm siyasal partiler bizatihi devletin resmi ideolojisi gereği iktidardan uzaklaştırılmış ve yenileri devreye konulmuştur.
Devlet tarafından düşük yoğunluklu savaş olarak nitelendirilen süreçte Kürt siyasal hareketini baskı ve şiddetle yok edemediği gibi süreçten güçlenerek çıktı. Kürt mücadelesini yok etme şartını yerine getirmeyen tüm partiler resmi ideolojinin gereği olarak iktidardan düşürüldü ya da uzaklaştırıldı. 2000’li yıllara gelindiğinde ekonomik olarak çökmüş devlet yapısı AB ipine sarılarak yeni bir strateji geliştirdi. AKP projesiyle harekete geçirilen yeni stratejinin özünü yine ‘imha ve inkar’ politikası oluştururken, taktik yaklaşımlarda AB faktöründen de yararlanılarak değişikliğe gidildi. Kırıntı babında bazı kültürel ve insan hakları verilerek uzun vadede asimilasyon ve entegrasyonla Kürtlerin resmi ideolojinin gereğine uygun olarak sistem içinde eritmek olan yeni stratejinin de Kürt siyasal hareketini zayıflatmak bir yana daha da güçlendirdiği bariz bir şekilde gösterdi.
7 Haziran alarm çanları
Özellikle Suriye’de yaşanan gelişmeler sonucunda Kürtlerin yeni bir siyasal varlık olarak ortaya çıkması, Türkiye’de 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP’yi iktidardan düşürmesi ‘imha ve inkar’ politikasına dayalı devletin resmi ideolojisi için alarm çanları olarak değerlendirildi. Yani Kürt siyasal hareketi hem çatışmalı süreçlerde hem de diyalog ve ateşkes süreçlerinde sürekli bir gelişimi sağlıyordu. Devletin önünde bu handikabı aşmanın iki yolu vardı. Birincisi, Kürtlerin ‘inkar ve imhasından’ vazgeçerek demokratik yollarla sorunu çözmek iken, ikincisi düşük yoğunluklu savaştan ‘yüksek yoğunluklu savaş’ sürecine geçmekti.
2015 ve yeni savaş konsepti
Erdoğan ve AKP iktidarının demokratik yollarla çözüm geliştirme ya da Kürtleri halk olarak kabul ederek haklarını verme zihniyet ve niyeti olmadığından ikinci yolu yani meseleyi ‘yüksek yoğunluklu savaş’ ile bastırma kararı aldı. Bunun için “devletin şimdiye kadar topyekün ve yek vücut bir savaş yürütmediği” gibi kendini inandırdığı bazı gerekçeler de oluşturdu. Savaşı yürütmek için ‘kızıl elmacılar’ olarak nitelendirilen devletin tüm karanlık yapılarıyla kader ortaklığı yaptı. 2015 yılından itibaren devletin yeni savaş konsepti devreye girdi. Yeni konseptin stratejik yönü savaşı Kürtlerin bulunduğu tüm alanlara yayarak ve bu alanlarda kalıcı konumlanma iken taktik yönü ise yoğun psikolojik ve özel savaş yöntemleriyle ‘şok edici saldırılar’ üzerinden Kürt siyasal hareketi ve tabanından bezginlik, yılgınlık ve umutsuzluk geliştirmekti. Kentlerde ordunun kullanılması, tanklarla evlerin yıkılması, cenazelerin teşhir edilmesi ve sokak ortasında bırakılması, sokak ortası infazların topluma göstere göstere yapmak ve tekçi medya üzerinden bunun yoğun propagandasını yapmak ‘şok edici saldırı’ doktrini gereğiydi. Oldukça yoğun olarak kullanılan yeni strateji devlete kısa süreli bazı üstünlükler sağlamakla gelinen aşamada devlet için büyük bir dezavantaja ve iktidar ortaklığı içinde büyük bir yenilgiye dönüştü.
Bumerang döndü
Devletin ‘şok saldırı’ stratejisine karşı Kürt siyasal hareketi ‘kontrollü, istikrarlı, yaygın ve çok yönlü direniş’ stratejisiyle karşılık verdi. Zira Ortadoğu gibi bir alanda on yıllardır mücadele yürüten Kürt siyasal hareketi bölgenin en iyi siyaset üreten ve okuyan gücü haline gelmiştir. ‘Şok edici’ özel ve psikolojik savaş siyasetinin doktrinel olarak kısa sürede sonuç almak amaçlı olduğu ve uzun vadeye yayıldıkça bumerang misali sahibini vurduğunu öngörerek uzun vadeli ve istikrarlı, kontrollü bir politika izledi. Topyekün savaş konsepti AKP-MHP öncülüğündeki iktidar koalisyonuna 2017’de 16 Nisan Referandumu ve 24 Haziran 2018 seçimlerini kazandırdı. İktidar, savaşın kendisine kazandırdığı kısa vadeli avantajları hem kendisini daha da zayıflatacak, Türkiye’yi de siyasi, ekonomik ve toplumsal krize sürükleyen ve yeni krizler yaratan tekçi rejim için kullandı.
Kızıl elmacı koalisyonun ‘şok saldırı’ konsepti, 2019 tarihi itibarıyla dezavantajların baş gösterdiği orta ve uzun vadeye girdi. Başka bir ifadeyle bumerang döndü. Ekonomik çöküntü, siyasi kriz ve toplumsal kutuplaşma olarak gerçekleşen bumerang dönüşü, 31 Mart ve 23 Haziran İstanbul seçimlerinde ilk somut sonuçlarını verdi. 31 Mart seçimlerinden itibaren kızıl elmacı iktidarın önüne tıpkı 7 Haziran 2015 seçimlerin sonrasında olduğu gibi iki yol belirdi. Birincisi, yenilgiyi ve miadının dolduğunu kabul edip, demokrasiye dümen kırarak yumuşak bir geçişle Türkiye siyasetinden çekilmekti. İkincisi ise savaş üzerinden ömrünü biraz daha uzatarak siyaset dışına itilmeyi beklemekti.
Sürekli yenilgi derinleşiyor
AKP-MHP ve irili ufaklı iktidar ortaklığı ikinci seçeneği seçti. Bu tercih AKP-MHP iktidarının daha sancılı, acılı ama daha kısa süre içinde siyaset dışı bırakılması anlamına geliyor. Nitekim seçimlerden sonra dışarıda Suriye, Irak ve Doğu Akdeniz’e yönelik politikalar, içeride ekonomik çöküntünün, siyasi ve toplumsal kutuplaşma ve çıkmazın derinleşmesi bunun yansımalarıdır. Son olarak Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerine kayyum ataması dahil olmak üzere AKP-MHP iktidarının savaşla iktidarda kalma şansı kalmamıştır. İktidar attığı her adımla yenilgisini derinleştirmekte ve sonunu hızlandırmaktadır. Şok edici saldırı konseptinin bir parçası olan kayyum gaspı ilk uygulamada bile netice vermemişken ikinci uygulamada netice vermesi büyük bir hezeyanla sonuçlanacaktır. Belediye gaspı bu saatten sonra AKP-MHP iktidarının acizlik ve sefaletinin nişanesine dönüşmekten başka sonuç vermeyecektir. İktidar bloğunun, ‘şok edici’ özel ve psikolojik savaş konsepti Kürt siyasal hareketinin istikrarlı, kontrollü ve uzun vadeli direniş konsepti karşısında yenilgiye uğramıştır. İktidarın bu konsepte dayalı her adımı kendisi açısından tam bir trajediye dönüşmeye mahkumdur.
İç çatışma sürpriz olmayacak
İktidarın, yumuşak geçişle siyaset sahnesinden çekilme fırsatı da kayyum gaspı ile bitmiştir. İçerde ve dışarıda Kürtler başta olmak üzere demokrasi kesimlerine karşı saldırıları arttıracaktır. Ancak totalde yenilen bir iktidarın öfke ve intikam amaçlı yaptığı ataklarla kazanması ya da kendini toparlaması bir yana ancak ve ancak yenilgisini hızlandırır. Mantıklı hiçbir adımın atılmaması ve aksine akıl ve mantıktan uzak uygulamaların hızlanması yenilmiş, panik ve korku içinde olan bir iktidardan beklenen yegane politikalardır. Mevcut durumdan yenilenlerin koalisyonu haline gelen iktidar kendi içinde de çok parçalı ve kaotik bir haldedir. İktidarın harcı olan Erdoğan artık kontrolü kaybetmiştir. Önümüzdeki dönemde iktidarın iç çatışmalarının sonucu olarak birbirine ters kararları gelmesi sürpriz olmayacaktır.
Demokrasi çevreleri ve özellikle HDP’nin saldırılar karşısında tepkisel ve duygusal davranmaması, dayanışmayı geliştirmesi ve ortak tutumla direnişi istikrarlı bir şekilde örmesi, siyaseten ömrü biten AKP-MHP iktidarının siyasi ömrünü kısaltacaktır. HDP’nin tam da bu noktada daha fazla aktif olması, demokrasi çevrelerine öncülük etmesi ve AKP-MHP iktidarı sonrasına hazırlanması gerekir.