Doğrusu ağır geldi biraz… Sanki bu sefer olurmuş gibiydi ya da ne bileyim, belki de benim canım öyle istiyordu. Zoruma gitti yani. Kızım doğduğunda vardı adam, hâlâ var, nasıl zoruma gitmesin.
Neyse artık, bir ucundan başlamak gerekiyor. Öyle tahliller filan attırmak, hatta “aslında ben tahmin ediyordum” gibilerden konuşmak adettir bu işlerde. Cezaevlerinde her tünel açığa çıktığında, ertesi gün gardiyanların klasik geyiği, “Ulen aslında ben o çamurlardan farkettiydim” olur. He farkettiydin! Bir halt da farkettiğin yok aslında ama sallıyon işte.
Vallahi bende öylesi yok. Yalan borcum mu var arkadaş, daha iyisini bekliyordum. Bir şeyleri kaçırmışım işte, bilememişim. Olur. Ayıp değil. Oturup ağlayacak halimiz de yok. İşimiz bu, yanlış yapmak, yanlışımızı görmek…
Bizim taraftan başlayabiliriz sanırım; sonra genele geçeriz ve muhtemelen iki ya da üç yazı gerekir bunun için. Olsun. Yazarız.
***
Doğrusu ben, (son 50 günle sınırlı olarak) bizim cenahta çok ciddi, çok trajik bir kusur olduğu kanaatinde değilim.
Toparlayarak gidersek, birincisi ve en önemlisi, HDP, bu topraklarda artık bir olgudur. Hataları tartışılır ama varlığı yerleşiktir. Çocukken, oyunlarda kullandığımız “Allah’ın gayrı üçtür” diye bir laf vardı; eh, üç oldu ve sallandı ama yıkılmadı. Karşı taraf, en çok bu dönemde umutlanmıştı; ama yok! “Rüşt” dedikleri her neyse işte, o iş bitti! Kalanı, ayrıntıdır.
İkincisi, HDP’nin Türkiye sathında kazandığı konum, tescillenmiştir. Türklük-Kürtlük konularında kesilen ahkamlar sona ermiş, Türkiye demokrasi güçleri ile Kürt hareketi arasındaki frekans iyi kötü tutmuştur. Kürt halkı Kürt olmayan dürüst insanları bağrına basmış, Türkiye demokrasi güçleri de onlarla ortak dili yakalama konusunda daha ciddi gayret göstermiştir. Hatalar olur, düzeltilir ama maya tamamdır. İki ayrı zihniyete sahip iki insanın iki ayrı yerde (Hatay ve Kocaeli) yarattığı potansiyel, bunun açık örneğidir. İstanbul’daki 9 milyon oyun 1 milyon 200 binini de bir tarafa yazın; saymaya kalksan sabaha kadar sürer.
Üçüncüsü, havuz dümbeleklerinin ‘emanet’ gevezeliklerinin tersine, bu kez HDP ile özellikle CHP’nin tabanı arasında, sokaklarda, evlerde ve en çok da sandık başlarında bir dayanışma atmosferi yakalanmış, duvarlar çatlamış ve gelecek için ciddi referanslar ortaya çıkmıştır. Bu, “ben sana şunu verdim sen de bana şunu ver” gibilerden bir ticari ilişki değildir; sadakayı çağrıştıran ‘emanet’ sözcüğüyle de kirletilmemelidir. Aynı şekilde “sayesinde” kelimesi de tiksinti verici bir kelimedir. Çok açık, bu rejimin sona ermesini isteyen insanlar, akıl yolundan giderek tertemiz bir dayanışma göstermişlerdir; afferin onlara! Bir çağıran olsaydı o gece, sokakta da yan yana durmaya hazırdı o insanlar; bütün önyargılarına rağmen.
Öte yandan, örneğin, İnce’nin oyu ile CHP’nin oyu arasında her yerde fark vardır ama Kürt illerindeki farkın anlamı başkadır. Bütün Kürt illerinde, insanların bir bölümü, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Diyarbakırlı Demirtaş’ın hakkından kesip Yalovalı İnce’ye destek vermiştir. Azdır çoktur, hiç önemli değil, bana göre kıymetlidir. İnce bunu hak etmiş midir, tartışılır; unutur mu, unutur elbet, unuttu bile hatta ama halkın belleği böyle şeyleri unutmaz.
Dahası, bu seçim aynı zamanda Kürtlerden uzak durmayı marifet zanneden siyaset ağalarının sokakta boşa düşmesine de tanıklık etmiştir. Yukarılarda “aman aynı karede görünmeyelim” kibir ve korkaklığı yaşanırken, aşağıda, özellikle sandık başlarındaki atmosferi bilen biliyor; anlatması hakikaten zor. Bu öyle bir çıkar ilişkisi değil, kendini tehlikede hisseden insanların can havliyle birbirine tutunması halidir. Bunlar iyidir, kıymetlidir, hepsini bir kenara yazmak gerekir. Karanlık bir çukurda debelenirken üç kuruşluk adamlardan medet umarak her seferinde hüsrana uğrayan milyonlarca insanla açık, dürüst bir ilişki kurmak, yaşam tarzlarını ve çocuklarının geleceğini tehlikede gören bu insanları önyargısız anlamak, onlarla sadece seçimlerde değil, yaşam içinde de, sokakta, mahallede de buluşmak dışında bir yol yok artık. Asıl “Türkiyelilik”, Türkiye’nin sosyalistleriyle kurulan ilişkinin bir adım ötesine geçerek bu milyonlarca insana dokunmakla gerçekleşecektir çünkü.
Öğreniyor muyuz bunları? Umarım. Öğrenemezsek de hayat öğretecek eninde sonunda. İnsan komşusunun güzelliğini sandık başında mı öğrenir ya? Kepazelik yani!
***
Ha, bu arada… Adam gitti mi? Gitmedi. Ama bunları kazandık, bunları öğrendik. İyidir.
Yazı bitti, yer kalmadı. Adamın gitmemesi konusuna ise bir sonraki yazıda devam edeceğiz mecburen.