“Bu hiç olmadı. Yerinde gözlemlemek için ceza almak zorunda mıydın? Kaldı ki, yarım asır önce zaten buralardaydın. Bizler sizlerin mirasını devraldık.”
“Sizin gibi değerli gazetecileri zindanlara atarak demokrasiyi sağlayacağını düşünenler, ülkenin geleceğine nasıl kötülük yaptıklarının farkındalar mı?”
“Dışarıdayken size birçok defa mektuplar gönderdik. Yaşadığımız hak gasplarını-saldırıları titizlik ve duyarlılıkla halkımıza taşıdınız. Bunun için teşekkür ediyoruz. Siz bizim yanımızda oldunuz; biz de bugün sizin yanınızdayız”
“Duyduk ki, bir kez daha fiziki olarak da alanımıza gelmişsin. Yabancısı olmadığın yeni-yeniden mücadele alanına hoş geldin diyoruz. Geçmiş olsun demeyeceğiz. “Geçmiş olsun” demek için bir olumsuzluğun olması gerekir.”
***
İçeriye gireli iki mektup alma günüm oldu. Söz konusu iki günde 60 civarındaki mektup zarfından 80’i aşkın mektup ve selamlama notu çıktı. Hani buraya mektubu gelenler bölümü koysam, bana yer kalmayacaktı.
Bana gelen mektuplardan birkaç alıntıyı yukarda verdim. Ancak bazıları var ki; söz edilen kişi ben miyim, emin olamadım. Yüzüm mahcubiyetten kızardı. Ve sözü edilen kişi olabilmek için daha çok çalışmam gerektiğine karar verdim.
Gelen mektuplar açısından bazı cezaevlerinde yoğunluk olsa da neredeyse dört bir yandan diyebiliriz. İçeride 20-25 yıldır yatanlar başı çekiyor. İçeride olmak bakımından ‘çiçeği burnunda’ olan eşbaşkanlarımıza da teşekkürler.
İçeridekilerin ‘dışarıdaki’ sesi, kulağı olmam bakımından birçok arkadaşımız tutsak olmama üzülmüş. Hani bizimle artık kim ilgilenecek kaygısına düşenler olmuş. Vallahi ben de buraya ‘seve seve’ gelmiş değilim. Dışarıdaki her gazeteci arkadaşımız, yaptığı haberlerle, bizi yalnız bırakmayacaktır, kuşkunuz olmasın.
Bazı arkadaşlarımız, “Yahu sen 12 Eylül’de zaten 9-10 yıl yatmıştın” havasında. Zamanında hapis yatmak, bir hastalıktan ömür boyu kurtulmak için yapılan aşı değil ki! 12 Eylül’de hapis yatan kişi, bugün de hapse atılıyorsa, bugünkü rejimin adını koymak için, niye bir referans olmasın? Bir nevi kolaylık yani…
Gerçi o zaman sosyalist bir devlet kurmaya çalışan biriydim. Şimdiyse sadece hakikatin peşine düşmüş bir gazeteciyim.
Cezaevleri ise ilgi alanım olmaya hep devam edecek. Örneğin hemen bir haber vereyim: Sincan 2 Nolu F Tipi Cezaevi’nde çeşme suyu yıllardır paslı akıyordu. Demir borular, sert plastik borularla değiştirildi. Kısa bir süre sonra sularımız pırıl pırıl akacak. Cezaevi idaresine teşekkürler şimdiden.
Sağlığımı soranlara cevabım ise; sürekli kullanmak zorunda olmadığım ilaç haliyle içeri girdim. Yani turp gibiyim. Ancak sindirim sistemimin cezaevi yemekleriyle uyum tartışmaları, Ankara’nın AB ile uyum müzakerelerine benziyor maalesef.
Yeni adresimle okurlarımızın ‘emrindeyim!’ Görüşmek üzere…
05 Ağustos 2019
Sincan 2 Nolu F Tipi
Cezaevi
Sincan/Ankara