97. yılında cumhuriyet tarihinin en krizli dönemini yaşıyor. Belirsizliklerle dolu bir yolculuk içinde olduğu tartışma götürmez. İçte ve dışta yığınla sorunla baş etmeye çalışıyor. ‘Gelecekte var olacak mı, olmayacak mı’ soruları en çok gündem oluyor ve olmaya da devam edeceğe benziyor. Cumhuriyetin yapısal bir kriz yaşadığı, mevcut haliyle yoluna devam edemeyeceği de anlaşılıyor.
AKP, 2002’de iktidara geldi ve “komşularla sıfır sorun” politikası yapacağını söyledi. 18 yıl sonra ise bütün komşularla savaş durumu yaşanıyor ve düşmanlar küresel çapta çoğalıyor.
Politika eğrisi barışa değil, savaşa doğru başını kaldırmış. İçte ise adeta OHAL rejimi uygulanmaktadır. Ekonomi dibe vurmuş. “Yarın evime ekmek götürebilir miyim?” kaygısı artıyor. Dolar eğrisi 9 TL sınırına doğru yükseliyor. Bu, sadece AKP’nin yönetememe beceriksizliğine bağlanabilir mi? “Cumhuriyet iyiydi, modernizmi getirdi ama AKP geldi, onu bozdu” demek durumu anlaşılır kılar mı? Beceriksizlikte payı olabilir ancak esas belirleyici olan bu değildir.
97 yıla kabaca bakıldığında sorunun yönetim beceriksizliğinden öte gerçekleri barındırıyor. Cumhuriyet ilan edilmeden önceki zamanda, en çetin koşullarda çok şey başarıldı. Osmanlı dağılmış, ülkenin büyük bölümü işgal altında. Erzurum’dan başlayan kongreler süreci, nihayetinde Ankara’da 1921 Anayasası’nın kabulüyle taçlandırılıyor. İşgal altında olan ülke kurtarılıyor.
Lozan Antlaşması sonrası 1924 Anayasası’nın kabulü ile işler ters gitmeye başlıyor. Neden? Çünkü kabul edilen yeni anayasa 1921 Anayasası’nda var olan demokratik hakları bir tarafa bırakıyor. 1921 Anayasası farklılıkların varlığını kabul eden bir içeriğe sahipti. Kürtler, Lazlar, farklı inanç grupları inkâr edilmiyor, varlıkları kabul ediliyor. Halklar, farklılıklar hak temelli hem anayasada hem de ilk Meclis’te temsillerini bulduklarından; ülkenin işgalden kurtarılması için mücadele ettiler. Başarının temelinde hepsinin emeği, kan bedeli ve fedakarlıkları vardı. 1924 Anayasası onların tümünü yok saydı ve inkâr etti. Bütün başarıları tek etnisite, yani Türk ulusuna ait olduğunu ilan etti. Önceden de çözümsüz sorunlar söz konusuydu. Ancak asıl sorunlar 1924 Anayasası’nın kabulünden sonra başladı.
Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Aleviler vd. yok sayıldı. Asimilasyon dayatılarak Türkleştirme kampanyaları yapıldı. Karşı çıkanlara da imha dayatıldı. Şeyh Sait, Zilan, Dersim direnişleri bu inkârın sonuçlarıydı.
Yine 1946’ya kadar ülke tek parti tarafından idare edildi. Valiler, kaymakamlar CHP’nin yöneticileri gibi çalışıyordu. Farklı düşünceye bile tahammül edilmiyordu. Çünkü cumhuriyet antidemokratik esaslar üzerinde inşa edilmişti. Özcesi sosyolojik gerçeklere cevaz olacak esaslar üzerine kurulan bir cumhuriyet değildi. Hakları yok sayıyordu 1924 Anayasası. Sonraki zamanlarda yapılan cunta anayasaları da 24 Anayasası’nın ruhunu korudular, hatta daha da katılaştırdılar.
Her sosyal varlık yaşamak ister. Yok sayana, yok edene karşı direnir. Tarihi hakikat bunu söylüyor. O yüzden 97 yıllık cumhuriyet hiçbir zaman normal bir yönetim halini yakalayamadı. Sayısı unutulan askeri darbe ve darbe girişimi yaşandı, yaşanmaya da devam ediyor. Bunun nedenleri açık değil mi? Cumhuriyet kelime anlamı olarak halk yönetimi demektir. Ancak 97 yılda cumhuriyet halk yönetimi olamadı; bir avuç azınlığın yönetimi oldu. O yüzdendir ki, cumhuriyeti sevmeyenler sevenlerden fazladır. Sevenler de sevmeyenler de karşıtlık temelinde fanatikleşiyor. Bütün çözümsüzlükler, tıkanmalar ve çatışmalar kaynağını buradan alıyor. Dolaysıyla büyük çoğunluk karşıt pozisyona itilmiş, “vatan haini” diye etiketlendi. Hala da yaygınlaşarak “hainlik” etiketlenmesi devam ediyor.
Bütün çaba ve mücadelelere rağmen cumhuriyet, demokratik cumhuriyete dönüştürülemedi. Zira yanlış kurulan bir sistemin değişimi ve demokratik esaslarda yeniden yapılandırılması çok zordur. Çünkü ondan nemalanan küçük azınlık imtiyazlarını kaybetmek istemiyor ve çıkarlarını da halkın çıkarı gibi lanse ediyor. Ulus-devlet ideolojisiyle beslenen kesimleri, Türkçülük, Osmanlıcılık söylemiyle duyguları kabartıyor.
Cumhuriyet yaşadığı sıkışmışlığı çözümsüzlüğünden alıyor. Aşılmaması durumunda cumhuriyetin çok daha güç pozisyonlara düşmesi kaçınılmazdır. Askeri gücünü kullanarak herkese kafa tutmak ile de düze çıkma olanağı kalmamıştır.
Düzlüğe çıkmanın tek seçeneği vardır: O da demokratik ulus esaslarıyla farklı olanın hak temelli hakkın teslim edilmesi ve cumhuriyetin demokratik temelde yeniden yapılandırılmasıdır. Bu da halklarımızın önünde duran tarih bir görevdir. Derin krizden çıkmanın yolu bu olabilir. Böyle bir cumhuriyetin sevmeyeni çok azalır, seveni de çok çok fazla artar. Dünya halklarına da örnek bir cumhuriyet sunulmuş olur.