Özgür Müftüoğlu
Gezi direnişinin üzerinden 9 yıl geçmiş. Aradan geçen onca zamana rağmen o günleri anımsayan herkesin aklında, yüreğinde aynı derinlikte olmasa da bir yer bıraktığına kuşku yok Gezi’nin. Kimileri yaşamlarının en heyecanlı, en unutulmaz günleri olarak tarif eder; kimileri en sevdiklerini kaybetmenin öfkesiyle gururunu birlikte yaşar. AKP iktidarı da unutmamış, unutamamıştır Gezi’yi. Oradaki isyanın kendisine karşı olduğunu bilir çünkü. Aradan 9 yıl değil 19 yıl da geçse hesaplaşamayacaktır bu isyanla. Gezi’den sorumlu tuttuğu kişilerin özgürlüklerinin ellerinden alınması da bundandır; ortaya çıkmasına rağmen camide içki içildiği yalanında ısrar edilmesi, cismen ve fikren direnişe katılanlara -çapulcudan sürtüğe varan- hakaretten vazgeçilememesi de…
Gezi direnişinin ilk haftasında, KONDA’nın Taksim Gezi Parkı’nda yaptığı anket, AKP’de “Gezi’nin kendisine karşı yapılmış bir eylem olduğu düşüncesi”nin bir paranoya olup olmadığı konusunda fikir verebilir (Bu dönemde yapılmış olan farklı birçok nitel ve nicel çalışmada elde edilen bulgular da bu verilerle paralellik arz eder.). Bu çalışmaya göre Gezi’de fiilen bulunanların çok büyük çoğunluğu “özgürlükleri kısıtlandığı, AKP politikalarına karşı olduğu ve Erdoğan’ın yaşam biçimlerine müdahale eden açıklamalarına tepki duyduğu” için eyleme katılmıştır. Çoğu 20’li yaş gençlerinden oluşan Gezi direnişçilerinin yüzde 37’si öğrenci; yüzde 11’i ev kadınları, emekliler ve işsizler; yüzde 52’si ise bir işte çalışmakta olanlardır. Yüzde 56’sı üniversite eğitimi almıştır. Yüzde 80’e yakını herhangi bir parti, dernek, sendika vs. üyesi değildir. Ankete katılan eylemcilerin sadece yüzde 2’si daha önce AKP’ye oy vermiştir.
Görüldüğü gibi AKP’nin 9 yıldır süren Gezi kaygısı paranoya değil, gerçektir. Bu süre içinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında devletin tüm yetkilerinin Erdoğan’da toplandığı çok daha otoriter bir rejim inşa edilmiş olması, bu kaygıyı gidermediği gibi arttırmıştır da. Zira eylemcilerin Gezi direnişine katılmasının nedeni olan gerekçelerin (özgürlüklerin kısıtlanması, AKP’nin politikaları, Erdoğan’ın yaşam biçimlerine müdahale eden açıklamaları) geçerliliği, bugün daha fazladır.
Türkiye’de Gezi’den bu yana yaşananlar, başını gençlerin çektiği bu direnişte öne çıkan özgürlük talebinin ne kadar haklı olduğunu göstermektedir. Gezi gençliği, bugünlerin geleceğini görmüş ve otoriterliğe karşı sesini yükseltmiştir. Yükselen bu ses taammüdi olabilecek her şeyden uzak, tamamen doğaçlamadır, çünkü örgütsüzdür. 2008 krizi sonrasında ABD, İngiltere, İspanya, Yunanistan’da yaşanan eylemlerin ve 2010’da başlayan Arap Baharı’nın yansımaları olmuştur kuşkusuz ama Gezi direnişi kimse tarafından düzenlenmemiş, planlanmamıştır.
AKP/saray iktidarının aradan geçen yıllara rağmen dinmeyen kaygısının/korkusunun en önemli nedeni (halka rağmen iktidarını sürdürme gayretinde olan diğer tüm rejimler gibi…) belki de bu direnişin “kendiliğinden” olması, baskı aygıtlarıyla önceden engelleyebileceği, üzerine baskı oluşturabileceği bir örgütlü öznesinin bulunmamasıdır.
Gezi’ye aktif katılanların yaş ortalamasının ağırlıklı olarak 20’li yaşların başlarındakiler olduğu düşünüldüğünde akla “Bugünlerde 30’lu yaşlarda olan o gençler şimdi neredeler, neler yapıyorlar?” sorusu geliyor. Bunun üzerine bütünlüklü bir araştırma yok, bildiğim kadarıyla. O dönem öğrencilerimden ve çevremdekilerden izleyebildiklerime göre; imkân bulanlar, okullarını bitirip yurt dışına gitti. İmkânı olmayanların önemli kısmı ise işsiz ya da güvencesiz işlerde çalışıyor.
Sonuç olarak hepsi 9 yıl öncesine göre daha mutsuz daha umutsuz. Bu mutsuzluk, umutsuzluk biat etmeyi mi getirir ya da yeni bir mücadeleye mi evrilir? Bunun yanıtını zaman içinde göreceğiz. Ama şu gerçek ki bu ülkenin insanca yaşanır bir ülke olup olmayacağı da bu sorunun yanıtına bağlı olacaktır!