Hakan’ı vurdular o gün, Siyasal’ın kapısında. Kurtuluş Meydanı kana bulandı sonra. Burhan ve Eşari’yi de orada vurdular… Katilleri şimdi mühim yerlerde, herkesi ‘terörist’ ilan etmekle meşgul
Ahmet Kahraman’ın “Devr-i Süleyman” isimli kitabında geçiyor. Başbakan Süleyman Demirel ile Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi’nin söyleşilerinden birinde Demirel, “Bugün sağ tedhişçi diye bir şey yoktur Türkiye’de. Sol tedhiş vardır. Yani sağ terörist diye bir grup yoktur” diyor. İpekçi, epey bir zorluyor, “Yani hiç mi yok?” gibilerden ama Demirel kararlı, geri adım atmıyor. Sonunda bir yerde İpekçi, artık cinayetleri saymaya başlayınca, ayarı bozulan Demirel, nihayet ağzındaki baklayı çıkarıyor: “Devleti devirmek için yapıyor değil o. Ben şunu söylemek istiyorum: Türkiye’yi rahatsız eden sağcılar değil. Türkiye’yi rahatsız eden solcular ve komünistlerdir.”
1976 yılının Haziran-Temmuz aylarında söyleniyor bu sözler, Hakan öldürüldükten birkaç ay sonra.
Hakan Yurdakuler… O günlerde bütün devrimci hareketlerin kalbi gibi olan Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanı. 8 Nisan 1976’da, okulun kapısının önünde vurdular onu.
Hedef okul: SBF
Birinci Milliyetçi Cephe (MC) hükümeti zamanları… Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin kurduğu hükümette; Demirel başbakan, Necmettin Erbakan, Turhan Feyzioğlu ve Alparslan Türkeş başbakan yardımcılarıdır. Aynı yıllar, MHP’nin ‘Komando Kampları’nda yetiştirip kentlere saldığı kadroların harekete geçtiği yıllardır. 1974’te başlayan faşist saldırılar, 1975’te artarak sürmüş, 1976 yılında ise gitgide tırmanmaktadır.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) o dönemde geleneklerini sürdüren bir sol merkez gibidir ve bunun bir sonucu olarak faşistlerin başlıca hedefidir. SBF’yi düşürülmesi gereken bir kale gibi gören Ülkü Ocakları, yakın yerlerdeki öğrenci yurtlarından hareketle sık sık okula saldırılar düzenlemektedir. SBF, 8 Nisan 1976 günü faşistler tarafından basılır. Okul kapısının önünde üçüncü sınıf öğrencisi Hakan Yurdakuler ve iki arkadaşı vurulur.
Okul arkadaşlarından Yunus Işın biraz daha öncesinden başlayarak anlatıyor o günü. “1975 Boykotu’nda pek çok arkadaşımız gözaltına alındı. Mamak Cezaevi’nde kaldılar ve Ankara dışına sürgüne gönderildiler. Hakan Yurdakuler de Mamak’ta kalmış ve sürgün kararı (Sanırım Çankırı’ya) çıkmıştı. Hakan, Milli Birlik Komitesi Üyesi Muzaffer Yurdakuler’in oğlu idi. Ancak Hakan, gerek Mamak gerek sürgün konusunda, kendisine diğer arkadaşlardan ayrı bir uygulama yapılmamasını, böyle bir girişimde bulunulmamasını istediğini ailesine iletmişti.
O gün, polis okulun etrafını sarmış içeri giren herkesi tepeden tırnağa aramıştı. Daha sonra polis ortadan kaybolmuş, okuldan dışarıya çıkan arkadaşlarımız faşistler tarafından taranmış, Hakan, Beşir ve Fatma vurulmuştu. Hacettepe Hastanesi’ne götürülürken Hakan’ı kaybetmiştik…”
Sonrası ayrı bir cehennem… Hüseyin Esentürk anlatıyor: “Ankara’nın her yanından insanlar sel olup aktılar Cebeci’ye. Hüzün ve öfke birbirine karışmıştı. Oradan Kurtuluş’a doğru yürümeye başladılar. Kurtuluş’ta pusu kuran polisler rastgele grubu taramaya başladı. İnsanlar panik içinde kimi kendisini yere atarak, kimi bir siper bulmak için sağa sola kaçışırken çok kanlı ve korkunç bir tablo oluştu.” Burhan Barın ve Eşari Oran da orada katledildi. 50’den fazla da yaralı vardı.
Bir aile hikayesi
Hakan’ın katili belliydi. Ülkü Ocakları üyesi Davut Haskırış… 24 yıl ceza aldı o cinayetten.
Ama Haskırış ailesi, pek öyle sıradan bir aile değildi. Bir akrabası da o günlerde ve daha sonrasında Ankara Emniyeti’ndeydi: Komiser Muavini Mustafa Haskırış! Cuntadan hemen sonra, 22 Eylül 1980’de Ankara/Aktepe’de “Devrimci Yol imzalı pankart astığı” ihbarıyla gözaltına alınan Zeynel Abidin Ceylan’ı sorgulayan da oydu. Haskırış, 23 Eylül’de teslim aldığı Ceylan’ı, 26 Eylül günü Gülhane Askeri Hastanesi’nin morguna bıraktı. Üzerine bir de not iliştirilmişti: “Kalmakta olduğu Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’ndeki hücresinde ölü bulundu.”
Zeynel, 30 Eylül’de toprağa verildi. Otopsi raporuna göre, kaburga kemiklerinden üçü kırıktı, ayak tabanları ise yara içindeydi. O koşullarda yine de dava açıldı ve Mustafa Haskırış tutuklandı. Ancak mahkeme, karar aşamasına bir hafta kala Haskırış’ı tahliye etti. Böylece 14 yıl ceza aldığında, artık kayıplara karışmıştı. Çok sonraları mafya soruşturmalarında adı geçti, nihayet 1985’te bir kuyumcu soygunu nedeniyle yakalanıp tutuklandı. Mahkeme savunmasında, emniyet ifadesini reddederken şöyle diyordu: “İşkence altında alınmıştır!”
***
Böyle üç kişi geçti Türkiye’nin hayatından işte…
Hakan’ın nerede olduğunu biliyoruz, kendisinden sonraki kuşakların kalbinde ve anılarında yerini aldı.
Mustafa Haskırış şu anda kim bilir nerelerde, neler karıştırıyor, belli değil.
Ama üçüncüsü, Davut Haskırış, onun yeri belli: Son kongrede, MHP Merkez Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. Savcı Doğan Öz cinayeti faili İbrahim Çiftçi ile birlikte aynı sıralarda salı günleri Devlet Bahçeli’yi alkışlıyor…