Xecê Şen
8 Mart 1857’de New York’ta fabrikalarda çalışan 40 bin dokuma işçisi kadın sömürüldükleri için, ucuz iş gücüyle çalıştırıldıkları için ve emeklerinin karşılığını alamadıkları için “hak, eşitlik ve adalet” talebiyle greve gittiler. Grev esnasında fabrikada şüpheli bir şekilde yangın çıktı ve bu yangında 129 kadın yanarak hayatını kaybetti. Bunun üzerine Clara Zetkin 1889’da, “kadın kurtuluşu” başlıklı bir öneride bulunup Paris’te gerçekleştirilen kongreye sundu. Kongrede “kadın hakları ve özgürlüğü” maddesinin reddedilmesiyle birlikte kadınlara sınıf mücadelesine katılma çağrısında bulunuldu.
Kongrenin bu kararına karşı çıkan kadın eylemciler, alanlara inmeye başladı. Bu eylemlerle birlikte “kadın hakları ve özgürlüğü” mücadelesi gittikçe yaygınlaşmaya başladı. 26-27 Ağustos 1910 tarihinde Kopenhag’da gerçekleşen 2. Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin tarafından bu sefer “Kadınların Ekonomik, Siyasi, Kültürel ve Sosyal Hakları” başlıklı bir öneri yapıldı. Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 8 Mart’ı “Kadın Günü ve Dünya Barış Günü” olarak ilan etti. O günden bu yana 8 Mart “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanılıyor ve her yıl Kürdistan ve Ortadoğu olmak üzere dünyanın dört bir yanında çeşitli etkinliklerle kutlanılıyor. Bugüne dair farklı dillerle birçok kitap, öykü ve şiir yazılmış, şarkı, film, belgesel ve tiyatro yapılmış.
Evet, bu kutsal bir çalışmadır ve yapılması da gerekir. Ama unutulmamalıdır ki bu dünyada tutuklanan, cezalandırılan ve idam edilen sadece Avrupalı kadınlar değil ve 8 Mart sadece onların ilan etmesiyle ortaya çıkmış bir şey değil. 8 Mart, Milattan Önce 10-12’nci yüzyıla kadar uzanan uzun bir tarihe sahip. Ama eski tarihine inmeden önce, kadın haklarına ve 8 Mart’a dair birkaç şey söylemekte fayda görüyorum. Evet, New York’ta bulunan fabrikada şüpheli bir şekilde bir yangın çıkıyor ve bu yangında 129 kadın yanarak yaşamını yitiriyor. Bu, tüm kadınlar ve insanlar açısından büyük bir acıdır. Bu olaydan sonra 8 Mart kadınlar günü olarak ilan edildi. Çok iyi de olmuş. O gün, tüm kadınlar arasında kalıcı bir köprünün kurulmasına de vesile oldu. Ama unutmamak gerekir ki 3 Ağustos 2014’te vahşi IŞİD’liler tarafından binlerce Êzidî Kürt kadın katledildi. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, Êzidî Kürtlerin katledilmesini jenosit olarak tanımladı. Ama maalesef o günden bu yana hiçbir şekilde bu tanımlamaya sahip çıkmadı ve 3 Ağustos’u dünya kadınlar günü olarak ilan etmedi.
Niçin 8 Mart?
8 Mart “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”ne dair yaptığımız araştırmalara göre, bugün kutlanılan bir gün olmaktan ziyade, ataerkil zihniyete karşı ve anaerkil kültürünün gelişmesi olarak karşımıza çıkmakta. Bu, tartışılmaz bir tanımlamadır. Ama eski insanlık tarihinin sayfalarına odaklandığımızda daha derin bir tanımlamayla karşılaşıyoruz: 8 Mart, direniş ve başkaldırı tarihi olduğu kadar, felsefenin ve edebiyatın da kutsal bir tarihidir. Edebiyat ve kültür felsefesi Mêhrî-Mîtrayî, başka bir deyişle anaerkil felsefe üzerine kurulu olan bu tarih, doğanın varlık-benlik ve eşyaşam felsefesi üzerine kurulu bir felsefedir.
Kadın felsefesi, dil felsefesi ve edebiyat felsefesi olan Mêhrî-Mîtrayî üzerine bugüne dek Kürdistan’ın dört parçasında kayda değer araştırmalar yapılmıştır. “Hûmîtra” kitabı bu felsefenin en somut örneğidir. Mêhrî-Mîtrayî felsefesinin kodlarından “ZÎN, JÎN, ŞÎN” ve “XOR-ROZ, XOREROZ”dan da anlaşıldığı üzere “ZÎN, JÎN, ŞÎN” gibi kodlar doğanın kendi kendini yaratmasıdır. Astroloji kitabına (Ayşem Aksoy, Astroloji Dersleri Behramê) göre Behramê yıldızı, 8 Mart yıldızı, baharın başlangıcıdır. 8 Mart’tan 21 Mart’a, yani Newroz’a kadar, Kürtlerin yeni yılının başlangıcı “rojên adarokê”, mêhrî-mêhrîcan, kutlanılıyor.
Kış mevsiminin son on günü, diriliş ve doğum günleri yani doğanın ekilmesi ve dirilişidir. Doğanın dirilişi de kadın ve annenin felsefesi ve düşüncesiyle ilişkilidir. Kürtçe’de de “ax, roj, dar, çandin, heşin, av, zayin, vejin..” (toprak, güneş, ekim, su, doğum, diriliş…) ile ilgili olan her şey dişildir ve kadın-annenin düşüncesini somutlaştırmaktadır.
Kadim dönemlerden 1990’lı yıllara kadar Botanlı kadınlar nilüfer ve güneşin doğuşu-mîtrayî kültürün sembolü olan yeşil, kırmızı ve sarı yani doğayı ve güneşi tasvir eden ulusal kıyafetler giyip menekşe renkli “mavi” başörtüleri takarlardı. Ayrıca nohutları kaynatıp dağıtırlardı, tohumu serperlerdi toprağa ki o yıl toprağın bereketi artsın diye. Bunun yanı sıra ateşi alevlendirip etrafında halaya dururlardı ve o günü 8 Mart gibi renkli etkinliklerle kutlarlardı.
Güneş’e ve aydınlığa olan inançla başta Kürt kadınları olmak üzere tüm kadınların Nûroz (Yeni Günü) ve diriliş günü olan 8 Mart’ı kutluyorum. Bu günün aydınlık günlere, barışa ve özgürlüğe vesile olması dileğiyle…
Bijî 8ê Adarê!
Jin Jiyan Azadî!