Tarih, özellikle bizimki gibi belleksiz toplumlarda sanatla aktarılıyor. Bunlardan biri de Ahmed Arif’in şiirine konu olan ve 75 yıl önce yaşanan en büyük utançlarımızdan
Murat Meriç*
“Otuzüç Kurşun”, en yaygın Ahmed Arif şiirlerinden. Şair, şiiri Zahir Güvemli’nin Hürriyet’te yayımlanan bir haberinden sonra yazmaya karar verdiğini söylüyor: “(…) okudum, başım döndü. Ondan sonra da basın yasağı geldi. 20-30 yıl da sürdü bu yasak.” Tarih, özellikle bizimki gibi belleksiz toplumlarda sanatla aktarılıyor. Yazılan şiirler, söylenen şarkılar, çekilen filmler ve hadiseleri anlatan kitaplar, oyunlar, resimler çok önemli. Kimi kovuşturmaya uğruyor, toplatılıyor ya da imha ediliyor ama her şey bir yana şarkılar ve şiirler yok edilemiyor. Bunun için Ahmed Arif şiiri çok önemli ve şu cümleler, onun cümleleri: “Bu hayat ile şiirin, hayat ile sanatın iç içe olduğu bir durum. Bir zaman gelecek tarih ile sanatın, şiirin iç içe olduğu bir durum olacak.İnsanın kendi köklerini araştırması çok önemli.” Ahmed Arif’in şiire konu olan olay ise 75 yıl önce, 28 Temmuz 1943’te Van’ın Özalp ilçesinde yaşanan en büyük utançlarımızdan. O gün, 33 kişi, 3. Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın emriyle kurşuna dizildi. Cumhuriyet tarihinde yapılan yargısız infazların en büyüklerinden biri bu.
Olay şairin şiirine de konu oldu
Yaşananlar bir yana, hadiseye dair en büyük utançlardan biri, sonrasındaki örtbas etme çalışmaları. Olay, askerî raporlara “çatışma” olarak yansıtılıyor: Kurşuna dizilenlerin askerlere saldırdığı söyleniyor ve yaşanan çatışma sonucu öldürüldüklerine dair bilgiler, tanıklıklarla rapora yerleştiriliyor. Enteresandır, hadiseyi ortaya çıkartan ve Muğlalı’nın yargılanmasını sağlayan, yeni iktidara gelmiş Demokrat Parti. Olayı meclise getiren ise Ahmed Arif’in “süt dayımız” diye andığı Diyarbakır milletvekili Mustafa Ekinci. Şairin mevzuya alakası biraz da buradan… Sözü “Otuzüç Kurşun”a getireceğim ama öncesinde, Mustafa Muğlalı’ya değinmek gerekir. Olayın gündeme getirilmesinin ardından yapılan yargılama sonucunda idam cezası alan Muğlalı, yaşı göz önünde bulundurularak hapishaneye gönderildi. Askerî Yargıtay’ın kararı bozması üzerine ikinci yargılamanın yolu açıldı ancak Muğlalı, bunu göremedi: 11 Aralık 1951’de geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Çok sonradan ortaya çıkan olay gündemi işgal ettiği dönemde Ahmed Arif’in şiirine konu oldu: Ahmed Arif’in “Otuzüç Kurşun” başlıklı uzun şiiri, o yıllarda elden ele dolaştı, dilden dile yayıldı. Zaman içinde pek çok bölümü farklı bestelerle yorumlanan “Otüzüç Kurşun”, ilk baskısı 1968 yılının Kasım ayında Ankara’daki Bilgi Yayınevi tarafından yapılan tek Ahmed Arif kitabı “Hasretinden Prangalar Eskittim”i kapatan şiir. Ahmed Arif’in şiirine dair söyledikleri, 7-14 Nisan 1990’da Cumhuriyet’te yayımlanan Refik Durbaş söyleşisinden. Söyleşi, aynı yıl Cem Yayınevi tarafından “Ahmed Arif Anlatıyor: Kalbim Dinamit Kuyusu” başlığıyla kitaplaştırıldı. Aksi belirtilmediği taktirde bütün alıntılar, bu kitaptan.
Tavuk değil, 33 can
Şaire göre bu şiir bir ağıt. Yazdığı dönem, arkadaşları bile tepki göstermiş. O günleri, ondan dinleyelim: “Şimdi bana söylenen şudur: ‘Sen niye yazdın bunu?’ Bir konu yasağı mı var kardeşim? Ben yazmasam kim yazacak? Şunu da söyleyeyim: ‘Otuzüç Kurşun’u bir ağıt olarak yazdım. Bugün de öyle düşünüyorum. Klasik ağıt. (…) Öyle kaleme aldım. Yayımlayacağım filan hiçbir zaman aklıma gelmedi. Yakınlarım, arkadaşlarım ‘Niye yazdın bunu?’ dediler. (…) Dedim ki: ‘Şu Bahçelievler’de manyağın biri otuz tane tavuğu çalsa, kesse, sokağa atsa, ertesi gün Ulus Gazetesi olayı dört sütun üzerinden verir. Tavuk değil bu yahu, 33 tane senin vatandaşın. Hiçbir suçu yok. Belki hepimizden daha suçsuz. Kimsesizlikten başka suçu yok. İçlerinde genci var, yaşlısı var. Öldürmüşler, kurşuna dizmişler.. (…) O öldürülenlerden birinin kardeşi neyi duyuyorsa ben de aynı acıları duydum…
‘Ölürüm okumam’
Şiire karşı çıkanlar sadece yakın çevresi değil. Rahatsız olan çevreler hızla hareket etmiş ve “Otuzüç Kurşun” daha yayımlanmadan kovuşturmaya uğramış. Arif’i alıp götürenler “oku” demişler, şair inat etmiş ve “ölürüm okumam” cevabını vermiş. Sonrası sabaha kadar süren dayak: “Dövdükten sonra o tellerden aşağıya attılar beni. Sabah çöpçüler gelip buluyorlar. (…) Acıyıp oradan çıkarıyorlar. Hiç kimseye de anlatmadım bu olayı. En yakın arkadaşlarıma bile…”
Pek çok bestelerle söylendi
Şiirin pek çok bölümü farklı zamanlarda farklı bestelerle söylendi. Beş bölümden oluşan şiirin “Bu dağ Mengene dağıdır” dizesiyle başlayan ilk bölümü Onur Akın besteledi. Şarkı, “33 Kurşun” adıyla Grup Baran’ın ilk albümü “Yediveren”de yer aldı. Rahmi Saltuk ve Cem Karaca, şiiri aynı isimle söyleyenler. Şiirin en bilinen bölümü, 3 numaralı bölüm. Bilinme sebebi, ‘70’li yılların hemen başında yapılan, çok popüler olan, sonrasında Esin Afşar ve Can Bonomo tarafından da seslendirilen Fikret Kızılok bestesi: “Vurulmuşum / Dağların kuytuluk bir boğazında / Vakitlerden bir sabah namazında / Yatarım / Kanlı, upuzun…” Hemen ardından gelen dizeler, 1979 yılında yayımlanan Zülfü Livaneli albümü “Atlının Türküsü”ne “Kirvem” adıyla girdi: “Kirvem hallarımı aynı böyle yaz / Rivayet sanılır belki / Gül memeler değil / Domdom kurşunu / Paramparça ağzımdaki…”
Ciwan Haco’dan…
“Otuzüç Kurşun”, sadece Türkçe değil yaratıldığı coğrafyanın dilinde de söylendi: Ciwan Haco, şiiri “Sî û Sê Gûle” albümünde Nedim Hekarı tarafından çevrilmiş Kürtçe sözlerle seslendirdi. Şiirin en etkileyici yorumlarından biri bu. Kendi kökünü araştırırken kaybolmayan şairlerden Ahmed Arif. “İyi ki var” dediklerimizden. Olmasaydı, bir yanımız eksik kalacaktı. Bu yazı Gazete Duvar’dan kısaltılarak alınmıştır.