Cumhuriyeti kuran CHP Cumhuriyet’in 100. yılında son yirmi yılın değişmeyen ve değişmeyeceği sanılan iktidarını beş ortağıyla birlikte değiştirebilecek mi ? 14 Mayıs, 14 Mayıs’a benzeyebilir, 14 Mayıs 1950’ye. Hiç değişmez denilen bir iktidarın toptan gitmesi örneği yinelenebilir (mi?). Niçin olmasın?
M. Şehmus Güzel
İkinci Dünya Savaşı yıllarında “zorunlu çalışma / iş mükellefiyeti” uygulaması ve daha pek çok nedenle Zonguldak ve yöresinde kömür madenlerinde alın teri ve göz nuru döken işçilerin dönemin iktidar partisi Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP’den) yüz çevirip, Demokrat Parti’ye (DP’ye) yöneldikleri biliniyor. O günleri yaşayanların deyişiyle “DP’ye akım vardı.” Sadece Zonguldak ilinde değil bütün ülkede birçok ve değişik nedenle işçiler ve emekçiler iktidara ve partisine küskündü. Aşağıda göreceğimiz gibi kimi yerde CHP yöneticilerine yönelik protestolar bile yapılıyordu.
DP’ye ise derin ve yoğun bir yakınlık söz konusuydu. Celal Bayar’ın birkaç gün süren Zonguldak ve yöresindeki ziyaretlerini, İstanbul ve Ege illerindeki mitinglerine gösterilen yakın ve coşkulu ilgiyi anımsayabiliriz.
14 Mayıs 1950 seçimleri öncesinde Zonguldak’ta işçilerin DP’ye gidişi açık bir biçimde kesinleşmişti. İşte Cumhuriyet gazetesi muhabiri S. Uzunkaya, 29 Nisan 1950’de “Zonguldak’ta neticeler işçiye bağlı” başlıklı izlenimlerinde şunları yazıyor:
“Bütün işçilerin DP safında yer aldıkları her hareketlerinden belli oluyor…
İş mükellefiyeti köylünün canını çok yakmış. Köylü ve işçilerin DP’yi tutmakla, bir zamanlar az para ile ve zorla ağır işlerde çalıştırılmalarının acısını çıkarmak istedikleri anlaşılıyor. Her gün ve gece DP binası işçi vatandaşlarla dolup taşıyor.”
10 Mayıs 1950 tarihli Cumhuriyet’te ise şu haberi okuyoruz: 9 Mayıs 1950’de DP’nin Çocuk Bahçesinde yaptığı mitinge “binlerce işçi iştirak” etmiş.
10 Mayıs’ta Cumhuriyet şu haberi de veriyor; “Zonguldak’ta her gün DP hoparlörü önünde biriken işçi kalabalığı caddeleri tıkadığından, seçim kurulu bu şekilde propagandayı yasak etti.”
Durum en açık bir biçimde ve herkesin görebileceği ölçülerde ortadadır.
Ereğli Kömür İşletmesi (EKİ) işçilerinin en ilginç tavrı, o zamana dek Türkiye’de hiç görülmemiş bir eylemi seçimlerin hemen öncesinde ortaya koymalarıdır, 14 Mayıs 1950 tarihli Cumhuriyet’ten okuyalım:
“Zonguldak işçileri ve seçim: Ayın onbeşinde değişecek olan münavebeli (dönüşümlü. MŞG) işçiler oylarını kullanmak için ücretlerini bile almadan köylerine gittiler. Bunların yerine gelecek olan diğer münavebeli işçiler de oylarını kullanmak üzere köylerinde kaldılar.
Şeflerinin nasihat ve emirlerine rağmen binlerce işçinin ocakları terk etmesini önlemek kabil olmamıştır. Kendilerini değiştirmeye gelecek olan diğer münavebeli işçiler de reylerini (oylarını. MŞG) kullanmak üzere köylerinde kalmışlardır. Demre ve Kozlu ocaklarının yarı yarıya boşaldığı ve istihsalin (üretimin. MŞG) mühim nisbette durduğu söyleniyor. Bu hareketin yüzbinlerce lira ziyana yol açtığı ayrıca ilave edilmektedir.”
İşçilerin, siyasal bir amaçla, her yurttaş gibi seçme haklarını kullanmak için topluca ve birlikte “ocakları terk etmesi” oylarını kullanabilmek için köylerine dönmeleri, dönüşüm için maden ocaklarına gelip işbaşı yapmaları gerekenlerin köylerinde oy kullanmak için kalmaları, amaç bakımından siyasal, eylem türü olarak grevdir.
Böylece, EKİ işçilerinin bir siyasal grev yaptıkları söylenebilir.
Bu kararın topluca alındığı anlaşılıyor. Bu kararın nasıl alındığını araştırmak öğretici olacaktır. Maden ve gazetenin yazdığı gibi “Demir”, (Karabük Demir-Çelik mi?) ocaklarında çalışanların kendilerine özgü karar mekanizmaları olduğu anlaşılıyor. Ancak o günleri yaşayanların aktarabileceği yöntem ve deneyimler dizisi söz konusudur. DP il ve ilçe yönetimlerinin, DP için çalışan işçilerin bu kararın alınmasında ve uygulanmaya konulmasında ne tür roller oynadıklarının araştırılması da yararlı olacaktır mutlaka. Eylem her bakımdan öğretici nitelikler taşıyor.
Bu toplu ve olağanüstü eylemde, iş mükellefiyetinin yarattığı acının, sefaletin, yoksulluğun ve her şeyden sorumlu tutulan CHP’ye duyulan kırgınlığın da dile getirilmek istendiği görülmektedir.
Bu bağlamda, işçilerin mükellefiyet kaldırıldıktan hemen sonra, 1947’nin Ekim ayının sonunda, Kurban ve Cumhuriyet Bayramlarının üst üste gelmesiyle madenleri bırakıp köylerine gitmelerinde ve bunun sonucunda üretimin sıfıra düşmesinde de bir tür protesto havası sezdiğimi de belirtmeliyim. Bu aynı zamanda toplu eylem düzenlenmesinde maden işçilerinin belli bir deneyim sahibi olduklarını da gösteriyor.
Zonguldak işçileri üzerinde iş mükellefiyetinin bıraktığı izlerin silinmesi, CHP’ye duyulan kırgınlığın geçmesi için yılların tükenmesini ve DP’ye bağlanan umutların güneş görmüş kar gibi erimesini beklemek gerekmiştir.
EKİ Genel Müdürlüğü’nün CHP Zonguldak örgütü ile iç içe olmasına, Zonguldak Maden İşçileri Sendikası (ZMİS), Amele Birliği, EKİ Mensupları Yardımlaşma Derneği’nin CHP’lilerce yönlendirilmesine karşın binlerce işçi o zamana kadar görülmemiş bir siyasal tavır takınmış, hakiki bir siyasal eylem koymuşlardır: İktidarı değiştirmek için topluca oy kullanmak. Bu olay aynı zamanda, hem CHP güdümündeki örgütlerin kitleyi zapt edemediklerini, hem de kitlenin gerektiğinde oldukça cesur davranışları kendiliğinden gerçekleştirebildiğini göstermektedir. İşçi sınıfı uyumuyordu.
CHP’ye ve yöneticilerine yönelik protesto eylemlerinin ilk işaretleri başka mekanlarda da önceden verilmişti ve büyük olasılıkla CHP ve yöneticileri konuya gereken ilgiyle yaklaşmamışlardı. İşin ciddi boyutlarını, derin kökenlerini aramamış, işçilerin büyük sorunlarının çarelerini bulmak için gereken çabayı harcamamışlardı. Bu konudaki bir örneği Arslan Yılmaz’ın Yıldırım Koç’a anlattıklarından İsmet İnönü’ye yönelik ve anlatılana göre önceden tasarlanmamış bir protesto çıkışına ait birkaç satırı Yıldırım Koç’un künyesini aşağıda sunduğum kitabından aktarıyorum:
“1949 yılı mayıs veya haziran aylarıydı. İsmet Paşa beyaz treniyle İzmir’e geldi. [Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün bu seferki İzmir’e geliş tarihi 12 Ağustos 1949’dur. MŞG] Bizim cer atelyesinin önünden geçecekti. Sendika idare heyetini topladık. Fabrika müdüründen izin aldık. Bir saat fazla çalışacağız, ama sayın Cumhurbaşkanı’nı karşılamaya çıkacağız,’ dedik. (…) Biz hazırlık yaptık. Bayrak bulduk. İdareden de bayrak aldık. Ulaştırma Bakanı Kemal Satır’dı. Devlet Demiryolları Genel Müdürü de Galip Güral’dı. Onlar da [İsmet İnönü ile. MŞG] birlikteydiler. İnönü geldi. Başladık bağırmaya [tezahürat yapmaya. MŞG]. İzmir Valisi de vardı. Tam da öğle yemeğine yakın. 400-500 kişiydik. İnönü’yü yemeğe davet ettik. Yemeğe girdi. Galip Bey birkaç kelime konuştu. Kemal Satır konuştu. Son olarak da sayın Cumhurbaşkanı konuşmaya başladı.
Bu arada, sendika [Demiryolu Sanayii İşçileri Sendikası. MŞG] başkanı Nedim Borucuoğlu masanın üstüne sıçradı. ‘İzmir’e gelmeden fabrikamızı ziyaret ediyorsun, bizi ziyarete mi geldin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin propagandasını yapmaya mı geldin,’ dedi. Maiyet memurları onu hemen aşağı aldılar. İnönü de hemen sesini kesti, eliyle selam verdi, ayrıldı.
İki saat sonra İzmir Emniyeti’nden geldiler. Nedim Borucuoğlu, Arslan Yılmaz [bu olayı anlatanın kendisi. MŞG], Hüseyin Kaya ve diğer iki kişiyi, yani [sendika. MŞG] idare heyetini vilayete götürdüler. Biz de kendi aramızda konuştuk. Nedim Borucuoğlu’nun bize önceden yapacakları konusunda bir şey söylemediğini söyledik. Aldığımız kararı [sorgulamada. MŞG] tekrarladık. ‘Nedim’in söylediklerinden bizim haberimiz yok,’ dedik. O akşam karakolda kaldık. Baktılar bir suç unsuru yok. (Bizi serbest bıraktılar. MŞG] Nedim Borucuoğlu 7-8 gün sonra Soma’ya gönderildi. Ömer Şahbazoğlu ikinci başkanımızdı. (Sendika) Başkanlığ(ın)a o getirildi.»
14 Mayıs seçimlerinde işçiler ülke düzeyinde genel bir biçimde CHP’ye karşı oy kullandılar. Bir örnek olarak yine Zonguldak’ı alırsak, 14 Mayıs 1950’de seçim sonuçları apaçık konuştu, bunu görmemek ve/veya anlamamak nâ–mümkündü. 16 Mayıs 1950 tarihli Cumhuriyet’ten aktarıyorum: “Zonguldak’ta DP 108.746 oy aldı, CHP ise ancak 62.418 oy.”
Bu seçimlerin en çarpıcı sonuçlarından biri katılımın olağanüstülüğüdür: 14 Mayıs 1950’de 8 milyon 905 binden çok seçmenin 7 milyon 916 binden çoğu oyunu kullandı. Yüzde 88’lik gibi o zamana dek görülmemiş ölçüdeki katılımın DP’nin zaferinde rolü önemlidir, belirleyicidir. Örneğin 15 Mayıs 1950 tarihli Milliyet’in tam sayfa başlığında bu noktaya vurgu yapılıyor : «Halkın büyük nisbette iştirakiyle (katılımıyla. MŞG) Demokratlar her yerde kazanıyor». 1946-1950 Arasında düzenlenen ve DP’nin boykot ettiği ara seçimlerde katılım oranının düşüklüğü burada anımsanabilir. Çok açık bir şekilde seçmenler, kadın ve erkek, herkes, seçimlere bir değişiklik gerçekleştirmek, CHP iktidarına son vermek için kitlesel biçimde katılmışlardır ve bir anlamda yılların biriktirdiği acıların ve dertlerin faturasını CHP yetkili, yönetici ve seçilmişlerinin önüne koymuşlardır.
DP’nin aldığı 4 milyon 242 binden çok mutlak oy sayısı ile CHP’nin aldığı 3 milyon 165 bin oy arasındaki fark bir milyondan fazladır. DP’nin oy oranı yüzde 54,91, CHP’ninki yüzde 41,05’tir. Oy oranları arasındaki yaklaşık ondört puanlık fark önemlidir. Bunun milletvekili sayısına yansıması ise olağanüstü bir fark doğurmuştur.
Evet seçimin çoğunluk sistemine göre yapılması DP’nin milletvekili sayısını olağanüstü bir düzeye çıkarmıştır: DP oyların yüzde 54,91’i ile kazandığı 408 koltukla milletvekilliklerinin yüzde 84’ünü almıştır. CHP ise 69 milletvekiliyle sadece yüzde 14’ünü. Aradaki fark 70 puandır, eşi görülmemiş bir farktır bu. Seçim sisteminin doğurduğu haksızlık ortada.
DP ezici çoğunluğuyla TBMM’de artık istediğini yapmak olanağını elde ediyordu. CHP 69 milletvekiliyle büyük bir darbe yiyordu. Cumhuriyeti kuran, uzun süre tek parti olarak ülkeyi yöneten CHP Cumhuriyet’in 30’uncu yılında unutulmaz bir seçim yenilgisiyle iktidarı terk ediyordu.
Fatura çok yüklüydü. 1930’ların sonundan ve 1940’ların başından beri CHP işçilerdeki homurtuları, hoşnutsuzluğu duyuyordu, biliyordu. Seçimlerde bir tepki bekliyordu ama bu kadar büyük ölçüde değil. Dahası işçilerden gelebilecek tepkiyi azaltabilmek umuduyla CHP öteden beri adayları arasına birkaç işçi bile katıyordu. Bunu bir gelenek biçimine bile çevirmişti. Bu da işe yaramadı.
1945-1950 arasında yapılan seçimlerde CHP gibi DP ve diğer partilerin de işçi ve emekçilerden aday göstermeye özen gösterdikleri, bu adaylardan birkaçının seçildiği biliniyor. Böylece CHP bünyesinde işçi ve emekçiler de TBMM’de temsil edilmiş oldukları için iktidara ve rejime tepkinin ölçüsü azalabilir sanılıyordu. Sadece sanılıyordu. Beklenen olmadı.
1950 seçimlerinde DP ve CHP adayları arasında sadece 3’er işçi vardı. 28 Nisan 1950 ve 19 Mayıs 1950 tarihli Hürbilek gazetelerinde, İstanbul’da partili ve bağımsız 8 işçi adayı olduğunu, İstanbul’dan iki, İzmir’den bir işçinin seçildiğini öğreniyoruz.
25 Nisan 1950 tarihli Cumhuriyet gazetesinin adayları mesleklerine göre tasnif ettiği listeye göre, «CHP’den 39, DP’den 56 çiftçi, CHP’den 41 (esnaf dahil), DP’den 55 tüccar, CHP’den 6, DP’den 4 fabrikatör adaylar arasında bulunmaktadır. Emekli subaylardan CHP’de 13, DP’de 23 aday vardır.»
1949 ve 1950’de DP pek çok emekli subayı kendine çekebilmiştir. Hatta Aralık 1949’da, «CHP aleyhinde bir askerî darbe» söylentisi olduğu daha sonraları ortaya çıkmıştı.
Seçimlerde işçilerin partiler dışında ve bağımsız olarak adaylıklarını koyduklarını da biliyoruz: Bu tür girişimlerde Kocaeli Kâğıt Fabrikası ile Zonguldak EKİ işçileri başı çekerken, Gölcük Fabrikaları, Haliç Tersanesi, İstanbul Çimento Fabrikası işçileri de geri kalmıyorlardı. Bu olgu, işçilerin siyasete ilgi gösterdiklerini açığa vurması bakımından anlamlıdır ve özel bir incelemeyi gerektirmektedir.
1950’yi örnek alırsak yerleşik bir iktidarın değişimi için seçimlere katılımın yoğun olması belirleyicilerden biridir. Büyük olasılıkla en önemlisi.
Yurttaş 14 Mayıs’ta seçim sandıklarına! İhmale gelmez. Ha gayret!
Cumhuriyeti kuran CHP Cumhuriyet’in 100. yılında son yirmi yılın değişmeyen ve değişmeyeceği sanılan iktidarını beş ortağıyla birlikte değiştirebilecek mi ? 14 Mayıs, 14 Mayıs’a benzeyebilir, 14 Mayıs 1950’ye. Hiç değişmez denilen bir iktidarın toptan gitmesi örneği yinelenebilir (mi?). Niçin olmasın?
NOT BİR: Yıldırım KOÇ: Türk-İş Tarihinden Portreler, Eski Sendikacılardan Anılar-Gözlemler, Cilt II, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 1999. Bu çalışmanın pdf biçimini internet sayesinde bulup okuyabildim. Ancak yazarın çalışmasının birinci cildini basılı veya pdf olarak edinip okuyamadım. Her iki çalışmanın da Toplumsal Tarih ve İşçi Hareketi Tarihi açılarından son derece yararlı olduğu kesin.
NOT İKİ: 1940’ların siyasi, ekonomik, toplumsal açılardan incelenmesi konusunda şu iki çalışmamı da önerebilirim: Türkiye’de İşçi Örgütlenmesi 1940-1950, SBF, Ankara, 1982. Bu çalışmamın gözden geçirilmiş, genişletilmiş, yeniden yazılmış biçimiyle: İşçiler Örgütleniyor (1939-1950), TÜSTAV, Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul, 2016.