Kadim kelamların ilk buyrukları, akletmeyi, fikretmeyi öğütleyen temel kaidelerden oluşur. İnsanlığın bu “modern” çağda hala bu kaidelere ihtiyaç duyması, bu buyruklara pek icabet edilmediğini göstermekte aynı zamanda. İradenin bütün iyimserliğine istinaden, bu buyrukların en önemlisi olan düşünmeyi ısrarla insanlığın önüne koymak, temel bir görev olarak hepimizin önünde durmaktadır.
Biz Êzidîler inanç kozmogonimizdeki farklı ve özgün durum, devraldığımız mirasla kurduğumuz kolektif ilişki ve onu başka nesillere nakletme konusundaki tutumumuz nedeniyle türlü iftiralara uğramış ve tarih boyunca dışlanma, baskı ve katliamlara maruz kalmış kadim toprakların kadim inançlarından biriyiz. Biz, bugün karşı karşıya kaldığımız “yok edilme” tehdidini, tarihsel hafızamızdan dolayı 73. Ferman (kırım) olarak tanımlıyoruz. Biz, ferman dediğimizde, aslında 20. yüzyılın dünyasının diliyle “soykırım” demek istiyoruz. Biz, bugüne dek varlığımızı bir şekilde korumayı başarmış olsak da kültürel yaşamımızı nasıl devam ettireceğimizi ya da inançsal varlığımızı bundan sonra yaşatıp yaşatamayacağımızı hiçbir şekilde bilmiyoruz. Çünkü bu bizim için varlık yokluk meselesi. Biz, 73. Ferman’ın ve onun ardılı olan bölgesel savaşların kökensel varlığımızı ortadan kaldırmak gibi “ayrı” bir gayesi olduğunu gayet iyi biliyoruz. Tarihsel hafızamız bunu bize 72 kez nakletti. Biz, antik Mezopotamya’nın İslam öncesi kültürel mirasını taşıdığımız için yok edilmek istendiğimizin de farkındayız. Biz, 72 millete aynı nazarla bakan ve her yeni günün kutsi doğumu için avuçlarını göğün bütün tanrılarına açıp 72 milletin selameti için dua eden halkımız adına coğrafyanın tüm Müslümanlarına birkaç irfani söz söylemek istiyoruz.
Düşünün, sadece düşünün, kadim kelamların ilk emrini hatırlayın ve düşünün; başımıza gelenler en galiz düşmanın başına gelsin istemeyiz. Sadece düşünün, düşünün ki “Haçlı Seferleri’nin ruhu” birdenbire canlandı ve Haçlılar ebedi düşmanları olan Müslümanları alt etmek için İstanbul’u bir gecede işgal etti.
Düşünün ki İstanbul işgal edildiğinde evinizi, şehrinizi, ülkenizi terk etmek zorunda kaldınız.
Düşünün ki size ait ne varsa işgalcilerin ganimeti oldu; evleriniz, arabalarınız, bankadaki paranız. Erkeklerinize ölüm, kadınlarınıza tecavüz, çocuklarınızaysa din değiştirmeyi reva gördüler.
,
Düşünün ki sizi öldürürlerse, tecavüz ederlerse, gebe bırakırlarsa cennete gideceklerine inandılar. Düşünün ki kötünün mutlak temsili ve bütün felaketlerin tek kaynağı olduğunuza emindiler ve ellerinden gelen her kötülüğü size yaptılar.
Düşünün ki bu zalimler şehre saldırdıklarında içinizden şanslı olanlar bir fırsatını bulup Trakya’nın dağlarına kaçmayı başardı.
Düşünün ki Trakya’nın dağlarını aşıp, sizi topraklarında asla istemeyen Bulgaristan gibi anti-Türkçü bir devlete sığınmak zorunda kaldınız ve bütün kapılar yüzünüze kapandı.
Düşünün ki savunmasız, aç-susuz olduğunuz için çoğunuz dağlarda çocuklarınızın ölülerini bıraktınız ya da ardınıza düşen insan avcılarca yakalandınız.
Düşünün ki bu umut yolculuğu tam bitmek üzereyken, ölümün merhametsiz atlıları önünüzü kesip sizi yağmalanmış şehre zorla geri getirdi.
Düşünün ki erkekleriniz öldürüldü, kadınlarınız satıldı, çocuklarınıza ise kiliselerde İncil okutuluyor, gelecekteki Haçlı Seferleri’ne çıkmak üzere savaşçı olarak yetiştiriliyor.
Düşünün ki din değiştirmek için size sadece 72 saat verildi ve buna riayet etmeyenin “kellesinin” gideceği veya tecavüz edileceği söylendi.
Düşünün ki bir günde on bin üzerinde ölü, bir o kadar esir ve 100 binlerce evsiz, yurtsuz ve aç insandan biri oldunuz. Sadece bir an düşünün ve bunların hepsinin başınıza gelebilme ihtimalini hayal etmeye çalışın. Bunu sadece bir kere düşünmeniz bile bize yeter!
İşte bizler beş yılı aşkın bir süredir tüm bu dehşeti 73. kez yeniden satır satır yaşadık ve her gün yeniden yaşama tedirginliğiyle yaşıyoruz. Bütün bunlara rağmen yaralarımızı sarmaya, öfkemize ise hâkim olmaya çalıştık ve öz kıyıma başvurmamak için adaleti bekledik. Kıyılan canlar, parçalanan ruhlar ve çalınan hayatlar için komşumuz olan halklardan “merhamet” bekledik. Daha güzel bir gelecek için, insanca yaşayabilmek için onlardan kara peçelerini çıkarıp kendi insanlıklarıyla yüzleşmelerini istedik. Çünkü ancak böyle bir yüzleşmenin varlığımıza yönelik tehditleri bertaraf edeceğine inandık. Dağılan ruhları, zedelenmiş vicdanları onarmak için tüm halkların rızasını ön koşul kabul ettik. Tek şartımız yanlıştan bir an önce dönmeleri ve kendi tarihleriyle yüzleşerek farklılığımızı, doğamızı kabul etmeleridir. Düşünmeliler.
İman sahibi Müslümanlardan beklentimiz bu tecavüzcüleri kınamak, lanetlemek ve gamlı gönlümüzü almaktır ama bunu bile çok gördüler. Müslümanlık ve İslamiyet adına tüm bunları bize reva gören vahşilerden kendilerini hâlâ soyutlayamadılar. Oysa tarihte büyük kötülüklere kapı aralamış başka halklar ve milletler yaptıkları kötülüklerden ötürü bütün insanlıktan kalbi özürler dileyerek tarihleriyle yüzleşmeye çabaladılar.
Willy Brandt’ın Ausschwitz soykırım anıtının önünde diz çöküşü, onu insanlık tarihinin en erdemli mertebelerinden birine taşıdı. Brandt bunu yaparak Nazi faşizmi adına Yahudilerden ve kıyıma uğramış diğer bütün halklardan af diliyordu, işte tam da bu “diz çöküş” hem Brandt’ı hem de Alman halkını büyüttü. Oysa Brandt Nazizim karşıtıydı ve direnişçi cephede yer alan bir dava adamıydı ama yine de halklardan özür dileyerek, af dileyerek erdemli bir duruş sergiledi ve bütün insanlığın tanıklık ettiği bir ilkeye imza attı. Yani “O diz çöktü ama halkını yükselti”. İşte biz iman ve irfan sahibi Müslümanlar için bunu istiyoruz ve kendimiz için sadece merhamet ve bir avuç vicdan bekliyoruz. Soykırımın ardından geçen beş yıla rağmen ne coğrafyanın bir devleti ne de Dünya İslam Teşkilatı yüzleşmeye dair bir adım attı. Hiç kimse bizi arayıp gönlümüzü almadı, özür dilemeyi akıl etmedikleri gibi her gün yeni tehditlerle üzerimize yürümeye çalışıyorlar. Bugün biliyoruz ki biz insanlığa karşı suç işleyenleri affetsek de, tarih asla affetmeyecektir. Son olarak, Müslümanlar dışında ayrıca bütün insanlığa da Êzidîlerin müzelik bir topluluk olmadığını, bu kadim toprakların en kadim topluluklarından biri olarak var kalmak istediklerini hatırlatmak istiyoruz.