Benim annem eceliyle öldü; babam da öyle. Daha doğrusu bizimkiler öyle hastalıktan filan değil, yaşlılıktan gittiler aslında. Yaşadılar, yaşadılar…
Sonra bir gün, gittiler; toprak ve ötesi… Demiryolcular birbirini pek tutar; sıkı dostturlar her zaman, doğumda, ölümde, düğünde… Ben cezaevindeyken ölen babamın mezarına sonradan gittiğimde, manzarayı çok komik bulmuştum. Ne yana baksam demiryolcu; ateşçi Hasan, makinist Mehmet filan… Anlaşılan bunlar kankalığı iyice ileri götürüp mezar yerlerini de birlikte satın almışlar. “Ya anne bunlar geceleri kalkıp rakı içiyorlardır” demiştim hatta.
***
Benim annem eceliyle öldü; babam da öyle… Şöyle olmadı mesela: “Biz oraya yaklaştığımızda Broadway önümüze geçti ve bizden önce üçgene girdi. Orada Ebubekir Deniz ve Serdar Tanış bagajdan çıkartıldılar. Her iki şahıs da bagajdan çıkartıldıklarında çok kötü bir vaziyettelerdi çünkü daracık bir yerde 15- 20 km elleri ve ağızları bağlı bir vaziyette getirilmişlerdi. Ben oraya varana kadar şahısların yolda ölebileceklerini bile düşünmüştüm. Daha sonra bu şahıslar Levent Ersöz, Serdar Tanış’a hitaben ‘ben sana akıllı ol dedim’ dedi ve G3 ile bir el ateş etti… Daha sonra Ali Kemal ve Veli keleşlerle bu iki şahsı taradılar…” Şöyle de olmadı: “Eşim sabah saat 10.00 gibi kalktı. Kahvaltısını yaptı, çıktı.
Akşam saat 18.00 gibiydi. Mutfaktaydım. Zil çaldı. Kapıyı açtım. Kızım Besna ‘Anne babam bir aracın içinde evin önünde’ dedi. Balkona çıktım. Beyaz Toros marka bir araçtı. İçinde üç kişi vardı. Arkadaşları sandım. Fehmi bir ara balkona doğru baktı. O an göz göze geldik. ‘Beni kaçırıyorlar’ diye bağırmaya başladı.” Şöyle de değil: “Korucular kapıyı kırarak içeri girdiler. Eşimin ellerini kollarını bağladılar. ‘Öldürmeyin’ diye yalvardım ama bana ‘ifadesini alacağız bırakacağız’ dediler. Elleri bağlı bir şekilde evin ortasında, çocuklarının gözü önünde naylon torba eritip üzerine damlattılar… 110’uncu gün köyden bir kişi gözaltında görmüş. Kardeşi gitti ‘Operasyona gitmiş gelmediğine göre başınız sağolsun’ demişler.”
Ve şöyle de değil: “8 Ağustos’ta yine telefon geldi, malum kişi “Oğlunun cenazesi Elazığ Devlet Hastanesi’nin morgunda, gidin alın” dedi. İnanmak istemedim, uzun süre münakaşa ettik. Emniyet Müdürü’ne ve tanıdıklarıma olayı anlattım. Müdür soruşturunca Elazığ’da bir ceset olduğunu öğrendik. Yeğenim Talat Tepe Elazığ’da otopsi fotoğraflarından Ferhat’ı teşhis etmiş. Elazığ Cumhuriyet Savcılığı cenazenin sahipsiz olduğunu ve üç gün önce defnedildiğini söylemiş. Oğlumun cenazesi Kimsesizler Mezarlığı’ndan alınırken eşim Zübeyde oradaydı, derme çatma bir mezara öylece gömüvermişler…”
***
Ben bunların hiçbirini yaşamadım. Annemin kuş kadar kalmış bedenini mezara kendi ellerimle yerleştirirken acı çektim evet ama yerini biliyorum, istesem şimdi gider, başında bir sigara yakıp ‘Beşiroviçlerin Fata’ hikâyesini sorarım yeniden. Anlatmasa da olur, ezbere biliyorum zaten. Babama o “Çakırcalı’nın adamıydım, şöyle çatışmalara girdik, jandarmanın elinden şöyle kurtulduk” palavralarını sorsam ne olacak, kalkıp yine yalan atar! Adam Lafonten mi biliyor? Bir makinist çocuklarına ne anlatabilirdi geceleri? Ben bunları yaşamadım. Annem ve babam yaşayabilirdi, yaşamadıysa tamamen tesadüf. Başıma Roma imparatoru gibi dikilip “bu iti öldürmediniz mi” diyen alkolik emniyet müdürü aşırı zıkkımlanmaktan çoktan öteki dünyayı boyladı, ben hala iyi kötü buralardayım. *** 700 haftadır o meydanda benim annem de var ama. Biliyorum, korkardı, gitmezdi belki ama olsun, 700 haftadır orada olanların o kadar çoğunu tanıyorum ki…
***
Belki eskidir ama ben geçen gün izledim. Arjantin’deki kayıplar üzerine çok iç parçalayan bir fotoğraflar dizisiydi. Hep iki fotoğraf yan yana: Birincisi çok eski, ikincisi kaybedilenin yerinin boş olduğu yeni fotoğraf. Birinde plajda oturan üç kişi var mesela, ikincisinde aynı plajda artık yaşlanmış olan iki kişi; ortalarındaki yer boş! Ya da bir kilisede nikah töreni; ikinci fotoğrafta, rahip ve gelin yine var ama damadın yeri boş!
***
“Bir resmi söküp alınca duvardan / geride kan dökücü bir beyazlık kalır.” İşte o boşluk yiyecek sizin başınızı! O boşluktan, o beyazlıktan akıp gelecek her ne gelecekse ve Abdi Ağa’nın bütün o yalvarmaları gibi sizi de hiçbir dalavere kurtarmayacak.