Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) yakın bir zamanda DAİŞ’ın toprak hakimiyetinin sona erdiğini ilan etmesi bekleniyor. Ancak gerçekten DAİŞ bitti mi? Daha doğrusu bundan sonra Suriye’ye sükûnet hakim olacak mı? Her şeyden önce Suriye’deki çatışmalarda isimi sık sık anılan ve ÖSO adı altında toplanan örgütler ile DAİŞ ve benzeri örgütler arasındaki farkı iyi koymak gerekir. Esad rejimiyle çeşitli nedenlerden ötürü gerginlik yaşayan kişi ve grupların hepsi çatışmaların ilk başladığı 2011 yılı ve sonrasında rejim karşıtı söylemlerle silahlı örgütlere dönüştüler.
Ancak ciddi bir ideolojik ve felsefik altyapıları olmadığı için söylemlerindeki rejim karşıtlığını siyasal perspektife dönüştüremediler. Bundan kaynaklı olarak da gerek ekonomik gerek başka nedenlerden dolayı kısa sürede dış güçlerin denetiminde, paramiliter güçlere dönüştüler. Ki, şu an bir çoğu Türk devletinin kontrolü altında varlık gösterebiliyor. Ancak DAİŞ ve Cephet El Nusra gibi örgütler ciddi bir ideolojik ve felsefik altyapıya sahipler. Radikal İslamcı anlayışla beslenen dünya bakışları, dünyevilikten ziyade uhreviliği ön plana çıkarmakta ve bu temelde cihadist bir savaş anlayışı benimsemekteler. Ki, DAİŞ bu sayede insanları ardı arkası kesilmeksizin intihar eylemlerine gönderebiliyor.
Bu tür örgütleri, alan hakimiyetlerine son vermekle bitirmek mümkün değil. Çünkü bir bakış açıları ve binlerce, belki de yüzbinlerce insanı bu görüşe inandırmış durumlar. Evet, son günlerde DAİŞ’ın Derazor’daki son mevzisinden binlerce sivilin kurtarılıp, özgürlüklerine kavuşturuldukları çokça söyleniyor, ama sözü edilen sivillerin DAİŞ’ten çok fazla şikayetçi oldukları da söylenemez. Hatta tam tersine evlerinin yıkılmasına neden olanın DSG ve Uluslararası Koalisyon Güçleri olduğu inancındalar. DAİŞ öyle sanıldığının aksine, AKP hükümetinin denetimindeki gruplar gibi, çapulcu, talancı sıradan bir örgüt olarak ele alınamaz. Hala görmezlikten gelinemeyecek kadar ciddi bir kitle tabanına sahip olduğunu söylemek mümkün.
DAİŞ ideolojik bir hareket, ideolojiler de ancak daha güçlü ideolojilerle yenilebilir. DAİŞ’in Kobani Savaşı’yla gerileme sürecine girmesi de, ABD’nin silahlarıyla değil, ideolojik-felsefik bir savaşla sağlandı. Asıl yengi de DAİŞ’ın dünyevi yaşamı siyah-beyaz yapan ve her şeyi yaşam ötesine öteleyen felsefesinin, Kuzey Suriye’nin tüm renkleri birer zenginlik ve saygı ve sevgi temelinde birlikte yaşamı üstünlük gören dünya görüşüne yenilmesiyle sağlandı. Ancak bu dünya görüşü kendisini sistemleştirip, siyasal ve idari bir yapıya kavuşturmadıkça, Ortadoğu toprakları ismi DAİŞ ya da her ne olursa olsun, sürekli yeni radikal grupların çıkmasına zemin sunmaya uygun. Asıl sıkıntı da işte bu noktada yaşanmaktadır.
‘DAİŞ bitti, bundan sonra ne olacak?’ sorusunun ikinci ve en asıl bölümü de işte bundan sonra başlıyor. ABD liderliğindeki DAİŞ Karşıtı Uluslararası Koalisyon Komutanı Korgeneral Paul LaCamera, geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada DSG güçlerinin Rusya ya da Suriye rejimiyle işbirliğine girmesi halinde ABD’nin DSG’ye askeri yardımı kesmek zorunda kalacağını söyledi.
ABD Kuzey Suriye yönetimine kısaca, ‘Suriye rejimiyle anlaşma’ diyor. Ancak diğer yandan da askerlerini Suriye’den çekeceğini söylüyor. DAİŞ bitti, ama Kuzey Suriye’nin statüsünün ne olacağından kimse söz etmiyor. Bölge böyle isimsiz, tanımsız, statüsüz mü bırakılacak? ABD ne kendisi bunu tartışıyor, ne de başkasının tartışmasına izin veriyor. Belirsizlik kaosa davetiyedir.
Suriye rejiminin tutumu da ABD yönetiminden farklı değil. Esad’ın üst düzey danışmanlarından Buteyna Şaban, ‘’Özerklik Suriye’nin bölünmesi demektir. Suriye’yi bölmemiz asla söz konusu olmaz’’ diyerek, özerkliğin tartışma konusu dahi olamayacağını söyledi. Buteyna Şaban, Suriye rejiminin Kürtlerle ilişkisini de ‘’Suriye halkının önemli ve değerli bir parçası’’ şeklinde, büyüğün küçüğe sevgisi gibi sıradanlaştırdı.
Suriye rejimine göre bir takım kültürel haklar tanınabilir, ama siyasal hakların konuşulması mevzu bahis dahi yapılamaz. Suriye rejimi ‘bazı kültürel haklarla beraber 2011 öncesine dönelim’ havasında. Hiçbir açıdan Suriye’nin 2011 öncesi Suriye’sine dönemsi mümkün değil.
Suriye rejiminin bunu hayal etmesi kaosu derinleştirip, çözümsüzlük üretmekten başka bir işe yaramıyor. Tabi bir diğer sorun da güven sorunudur. Evet 21. yüzyılda siyaset güvene ve sözlere dayalı yapılmıyor. Hele hele Suriye rejimi ile Türk devletinin 1998’de Kürtlere karşı vardıkları Adana Mutabakatı’nın yenilenmesinden söz edildiği bir dönemde, Kürtlerin Suriye rejiminin ‘bazı kültürel hakların tanınacağı’ sözlerine inanmasını beklemek saflık olur.
Tabi bu duruma bir de Afrin’nin Türk devletinin kontrolüne geçmesinde Rusya ve Suriye rejiminin rolleri eklenince, güven sorunu daha da derinleşiyor. Bu koşullarda Kürtlerin Suriye rejimine güven duyması mümkün değil. Bundan kaynaklı, başta Kürtler olmak üzere, Kuzey Suriye halkı Suriye rejimiyle ilişkilerin bir resmiyete kavuşturulmasını, bölgenin statüsünün de anayasal düzeyde tanımlanmasını bekliyor.
Kuzey Suriye’nin statü sorunu tartışılmadıkça da bölgede istikrar beklemek mümkün değil. istikrarsızlık da kaosa yol açar ki, DAİŞ gibi radikal örgütleri besleyen temel zemin bu tür kaos ortamlarıdır. DAİŞ gerçek anlamda bitirilmek isteniyorsa, bölgeye istikrarı getirecek tartışmalara girmek, Suriye halklarının nasıl birlikte yaşayabileceğini tartışmak gerekir.