1960’lı yıllarda yaşadığımız dünya ve Türkiye çok farklıydı. Dünyanın her yer yerinde emperyalizme karşı yoğun mücadeleler veriliyor, bağımsızlık, demokrasi ve özgürlük şiarları yükseliyordu. Kapitalist emperyalist ülke metropollerinde Üçüncü Dünya ülkelerinden yana etkili bir sosyal muhalefet vardı. 68 hareketi 20. yüzyılın ikinci yarısında toplumsal bir başkaldırı ve devrimci bir dalga olarak ortaya çıktı. Küresel planda ele alındığında Batı’da 68’liler emperyalizmin yeni bunalım koşullarında sistemin bazı değerlerine karşı düzene bir tepki hareketi olarak gelişti ve sistemi değiştirme çabalarına girişmedi. Türkiyeli 68’liler ise, ülkenin temel sorunlarına yönelerek düzene karşı tepkilerini bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesine dönüştürdü.
Türkiye 68’i, sosyalist hareketin tarihinde devrimci bir atılım dönemi olan 1965-1971 koşullarında oluştu. Siyasal ve toplumsal süreci radikal tarzda etkileyen devrimci dinamikler; TİP, FKF, Dev-Genç, DDKO ve DİSK bu tarihsel dönemde ortaya çıktı. 15-16 Haziran 1970 İşçi Direnişi ise sol ve sosyalist hareketin ayrışma ve saflaşmalarında bir dönemeç oldu. 12 Mart 1971 Direnişi’ni gerçekleştiren ve sosyalist harekette bir yol ayrımı yaratan siyasal örgütler bu süreçte ortaya çıktı.
Türkiyeli 68’liler olarak toplumu/düzeni radikal tarzda değiştirmeye çalışan çok yönlü ve öncü devrimcilerdik. Halkla, sınıfla, ideoloji ve siyasetle yoğun ilişkilerimiz vardı. Kitlelerle organik bağ içinde olduğumuz için onlardan etkileniyorduk. Bu yüzden popülisttik. Halkı daima masum görür ve halkın değerlerine saygılı davranırdık. Bireyselliklerimize düşkündük, ama dayanışmacı ve paylaşımcıydık. Ütopyalarımıza sıkı sıkıya bağlı, devrim ve sosyalizm ideallerinden taviz vermeyen iflah olmaz devrimci romantiklerdik.
Kendimizi halka ve işçi sınıfına adamıştık. Harcadığımız tek kuruş için bile, “Bu devrimin parası, halkın parası” diye titizlik gösterirdik. Yol arkadaşlığının gerektirdiği müthiş bir dayanışma içindeydik. Sokakta karşılaştığımızda birbirimize ilkin “Paran var mı, yemek yedin mi?” gibi sorular sorardık. Kendimizi birer “halk ve işçi sınıfı önderi” gibi görürdük. Lenin’in “devrimci teori olmadan, devrimci pratik olmaz” ilkesini benimsemiştik. Devrimci gibi düşünmekle yetinmez, bir devrimci gibi yaşamaya çalışırdık.
Devrimci değerlerimizi sıkı bir şekilde korumaya çalışır, “devrim, sosyalizm, Marksizm, işçi, emekçi, halk vb” sözcüklerin geçtiği söylemlerde şakaya bile tahammül etmezdik. Marks’tan Lenin’e, Stalin’den Troçki’ye, Mao’dan Ho Şi Min’e, Castro’dan Che’ye kadar dünyanın bütün devrimci önderlerine kötü söz söyletmezdik. Aynı şekilde Mustafa Suphi’den Şefik Hüsnü’ye, Hikmet Kıvılcımlı’dan Mihri Belli’ye kadar, tüm Türkiyeli devrimcilere saygı duyardık. Nazım Hikmet’in şiirlerini dilimizden düşürmezdik. Dünya işçilerinin ve dünya haklarının kardeşliğini haykırır, bütün ezilen halklarının bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelelerini koşulsuz olarak desteklerdik.
Derimin güncelliğine öylesine yürekten inanmıştık ki, yaşamla ölüm arasında ayrım bile yapmıyor ve Che’nin “Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin… Hoş geldi, safa geldi” şiarını dilimizden düşürmüyorduk. Deniz’in idam sehpasında, “Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm Leninizm’in yüce ideolojisi! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi! Kahrolsun emperyalizm! Yaşasın işçiler, köylüler!” demesi, devrim ve sosyalizm mücadelesine olan bağlılığın en özlü anlatımıydı.
Türkiye 68’inin iki ana damarı vardı: Birincisi, okulcu gençlik diyebileceğiz ve devrimciliğini üniversite hayatının bitimine kadar sürdüren ve 12 Mart’ın balyozu altında devrim ve sosyalizm mücadelesinden uzaklaşan ve ulusalcı olarak yollarına devam edenlerdi. İkincisi, devrim, demokrasi ve sosyalizm mücadelesini kesintisiz bir şekilde sürdürenlerdi. Bu 68’liler, 12 Mart 1971 Direnişi’ni başlatan, 12 Eylül’de 78’lilerle birlikte direnen, 28 Şubat’a tavır alan, 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne karşı çıkan, 10 Ağustos 2014 ve 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Demirtaş’ı destekleyenlerdir. Bunlar, emperyalizme, kapitalizme, sömürgeciliğe, militarizme, şovenizme, faşizme ve şeriatçılığa karşı mücadeleyi ve devrimci geleneği sürdüren devrimcilerdir.