Türkçe’nin en büyük şairlerinden biri olarak kabul edilen Nazım Hikmet Ran’ın sürgünde hayatını kaybetmesinin 56. yılı. Nazım Hikmet, Moskova’da ki mezarı başında anıldı
Türkçe’nin en büyük şairlerinden biri olarak kabul edilen Nazım Hikmet Ran’ın sürgünde hayatını kaybetmesinin üzerinden 56 yıl geçti. Dostları ve sevenleri 3 Haziran 1963’te Moskova’da yaşama veda eden Nazım Hikmet’i mazarı başında andı. 1938’te girdiği cezaevinden 1950 yılında çıkan Nazım Hikmet, 1951 yılında gönderildiği sürgünde ‘vatan haini’ olduğu iddia edilerek Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaşlıktan çıkarılmıştı. 2009 yılında verilen kararla Hikmet, 58 yıl aradan sonra yine bir Bakanlar Kurulu kararıyla resmen Türkiye vatandaşı oldu. Nazım’ın, şiire başlama hikayesini kendi ağzından okuyalım: “Ben 1902 yılında, 20 Ocak’ta Selanik’te doğdum. Dedem valiydi, şiirle ilgilenirdi. Annem ressamdı, birkaç yabancı dil bilirdi. Babam önce elçilik, daha sonra üst düzey memurluk yaptı.
İlk şiirimi 13 yaşındayken yazdım. Bir yangını anlatıyordu. Ailem benim harika bir çocuk olduğuma karar vermiş ve şiir yazmamı telkin etmeye başlamıştı. 15 yaşında bahriye okuluna verdiler. Deniz subayı yapmak istiyorlardı beni. Okuduğum sınıf ikiye ayrılmıştı. Bir kısmı sporla, diğeri şiirle uğraşıyordu. Ben şairler tarafına düştüm. Okulda bize tarih ve edebiyat derslerini ünlü Türk şairi Yahya Kemal veriyordu. Kedimi anlatan bir şiir yazmıştım. Yahya Kemal, şiirimi okuduktan sonra kedimi getirmemi söyledi. Tüyleri dökülmüş, çelimsiz bir kediydi. Yahya Kemal o zaman bana ‘Bu kadar allayıp pullayabildiğine göre, senden kesin şair olur’ demişti. 16 yaşındayken Yeni Mecmua’da ‘Servilikler’ adlı şiirim yayınlandı. Bu şiir herkes tarafından beğenilmişti. 17 yaşında artık yazdıklarım ciddi ciddi basılıyordu.”
Güneşi içenlerin türküsü
Bu bir türkü:- toprak çanaklarda güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:- alev bir saç örgüsü! kıvranıyor; kanlı; kızıl bir meş’ale gibi yanıyor esmer alınlarında bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları, ben de sardım o örgüyü, ben de onlarla güneşe giden köprüden geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!
Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını yırtarak gerindik!
Sıçradık; şimşekli rüzgara bindik!.
Kayalardan kayalarla kopan kartallar çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor şaha kalkan atlarını!
Akın var akın,
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz güneşin zaptı yakın!