Türkiye’de her zaman tek bir gündem vardır. “Bölücülüğe karşı milli birlik”. Ortada gerçekten bir bölücülük var mı? Var ise neden? Bunu besleyen kaynaklar ve onlarla yüzleşmek mümkün mü? Yüzleşirken uzlaşma yolunu mu çatışma yolunu mu denemek daha uygun gelir? Benzeri soruları sormak yerine, ırkçılığa varan bir milliyetçiliği diri tutma ve sürekli “terör ve bölücü” üretme üzerine yoğunlaşılmış. Tüm çark bunun üzerine yürüyor.
Düşünebiliyor musunuz, devlet şu an Kürtlerin bulunduğu bütün alanlarda silahlı güçleriyle saldırı halinde. Yani 50 milyon Kürdü yok ederek bir çözüm üretmek istiyor. Bunu nereden biliyoruz, yaşadıklarımız yeterli referanstır. Hakimiyetinde olan 25-30 milyon Kürde yaptıklarından görüyoruz. Çözüm adına bunun akılla izanı var mı? Yüzyıldır çözülmediği gibi bumerang gibi daha da sarıyor.
Ve ne yazık ki, Türkiye’nin tek gerçek gündemi bu. Gerçekten bu. 50 milyon insanı bir biçimde yok etmek
Toplumların gündem anlayışı
Oysa insanlığın gündemi dinamiktir. Hareketlilik oldukça yeni sonuçlar ve onun yarattığı çözümler veya sebep olduğu sorunlar gündemi işgal eder. Buna hızla refleks gösteren toplumlar soruna duyarlılıkla yaklaşır, çözme konusunda da daha hızlı ve esnek davranır. Elbette sorunu doğru tanımlamak, bu anlamıyla bilgilendirmek de çok büyük anlam ifade eder. Her topluluk kapasitesine, ihtiyacına, çıkarına göre farklı refleks gösterebilmekte, sorunu tanımlama ve çözümleme yöntemini de buna göre şekillendirebilmektedir.
Ancak istisnai topluluklarda mevcut. Fanatik, muhafazakar ve tutucu topluluklar her şeyi kendilerine göre yorumlarlar. Bunlara göre dünya gündeminde yer alan meseleler aslında kendi gündemlerine karşı işlenmiş bir eylemdir. Ya da bir komplonun eseridir ve nihayetinde yine kendilerine yönelecektir.
Coronadan milliyetçilik çıkarmak
Corona bu yaklaşımı bir kez daha ortaya çıkardı. Türkiye, bu virüsün kaynağına dair en çok komplo teorilerinin anlatıldığı, sorgulamaksızın kabul edildiği ülkelerin başında gelir. Bundan dolayıdır ki, bu hastalığa karşı tıbbi, ekonomik, sosyal, siyasal, örgütsel tedbirlerin en az olduğu ülkelerden biridir.
Çünkü asıl gündeminden kopmak istememektedir. Bu virüs yüzünden yüzbinlerce insan yaşamını yitirse de sebebi dışa, dış güçlere, komplolara ve Türkiye’yi bölme iddialarına dayandırılır ve milliyetçiliğin, ırkçılığın güçlendirilmesi için habire gayret gösterilir.
Gerçekte ekonomi çökmüş durumda, tarımsal üretim hastalık nedeniyle hasat edilememekte, ekimde de sıkıntılar yaşanacağı malum, bir nebze döviz kıtlığına derman olması beklenen turizm ise hem direkt, hem de bağlı sektörler itibariyle, bu yıl iflas ediyor
Ama Türkiye bütün bunları da komplo teorileriyle karşılamakta, sorumluluğu kendi içinde aramak yerine, dış güçlere bağlamaktadır. Haliyle bütün medeni ülkelerin gösterdiği refleksleri göstermemekte, onların çözüm arayışlarının benzerini geliştirmemektedir. İşbirliği ve işbölümü yöntemlerini kullanamazken, dış ilişkisi de şov, şantaj, karşı komplo, pazarlık ve entrika üzerinedir.
Bu oyunu, hayatı, yaşamı çirkinleştirmektedir. Bugün Türkiye’de iç huzur yok, yok olmasına da dış dünyada da Türk imajı oldukça yerlerde sürünüyor. Yönetici elitler; Kemalistiyle, dindarıyla, solcusuyla, liberalıyla herkes kurumsallaşmış bu zihinden, bu mantaliteden sorumludur.
Kompleksli, hastalıklı, takıntılı bir ruh halini andıran bu devlet anlayışı bazı sorunları, sırtında kambur gibi taşımayı, bu kamburla yüzyıllardır yaşamayı bir maharet sayıyor. Oysa bu kamburu kaldıracak çözümler üretirse sağlığına kavuşacağı gibi vatandaşı için de çok daha hayırlı işler yapabilecektir ve bunun farkında değildir.
Kürtlere yeni bir saldırı dalgası yolda
Gelelim konunun başındaki anlatıma. Evet Türkiye, Kürt sorunu karşısında çaresiz hasta ve komplekslidir. Mesela ırkçı cephede “çoğunluğun istikrarı için azınlığın feda edilmesi” gibi bir mantık mevcut. Azınlık dedikleri 50 milyon Kürt. Oysa Türkiye’de farklı etnik gruplar hariç Türklerin sayısı 30 milyonu geçmez. Doğu Kürdistan hariç Efrin’den Kerkük’e kadar tüm alanlarda saldırı halinde.
Şu an dünya milletleri corona virüsü ile uğraşırken, sonrasında ne olacağı üzerine ekonomik, toplumsal, teknolojik, ahlaki, dinsel norm ve pratik arayışına girmişken, Türkiye’nin karar birimleri Güney’den Rojava’ya tüm Kürt bölgelerine asker, çete, silah sevk ediyor. Arapları Kürtlerin yerleşim birimlerine yerleştiriyor, demografisini değiştiriyor. Ele geçirdiği bütün bölgelerde Türkçeyi, Türkçülüğü zorunlu kılıyor.
Aslında yüzyıllık çabalarına baktığımızda krizi büyütmenin haricinde çok da başarılı olduğunu söylemek mümkün değil. Bugün batı bölgelerinde Kürtlerin zerresi planlandığı gibi eritilmiş, bitirilmiş değildir. Fakat çözümsüzlük de her iki tarafı da çürütüyor.
Oysa Kürtler birçok alternatif çözüm üretme yoluna gitti. Son yüzyılda birlikte yaşama modellerini de denediler, bağımsız devlet kurma yollarını da denediler ama hiçbir zaman da pes etmediler. Özellikle son 20-30 yılda daha demokratik, kapsayıcı, bütünsel çözüm yöntemleri geliştirdiler. Ki bu kazan kazan modeline dayanmakta, demokratik, çoğulcu, güven arttırıcı bir siyasal önermeydi. Toplumda, ekonomide, kültürde, demokratik kurumlaşmada, çoğulcu siyasette, farklı etnik ve kültürel zenginliklerin ortaya çıkmasında karşılığını buldu.
Ama gelin görün ki, ırkçı zihniyet saldırı için seferber olmuş durumda.