Günümüzde sermaye hükümranlığında doğayı ve çevreyi korumak yoksul halkların ve emekçi sınıfların sırtındadır. Yok oluşa doğru hızla yol alındığı günümüzde ikiyüzlülere gerekli yanıtı vermek ise ertelenemez bir sorumluluktur
Yusuf Gürsucu / İstanbul
Haziran 1972 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Stockholm Bildirgesi’nde ,insanın onurlu ve iyi bir yaşam sürdürebilmesi için sağlıklı ve elverişli bir çevrede yaşam hakkına sahip olduğu, bu hakka sahip olan insanların aynı zamanda hem bugünkü hem de gelecek kuşaklar için çevreyi koruma sorumluluklarının bulunduğu vurgulanmış ve 5 Haziran günü ‘Dünya Çevre Günü’ olarak ilan edilmişti. 1972 yılından bu yana korumak bir yana dünya da büyük bir ekolojik kriz ortaya çıkarken, yaşamı korumak adına kapitalizmin ortadan kaldırılması gerekmektedir.
ÇED’i bile kaldırdılar
Dünya da ve Türkiye’de sermaye etkinlikleri sonucu ekolojik krize bağlı gelişen iklim değişikliği, su sorunu, doğal alanların maden enerji vb. yollarla yerle bir edilmesi, yaban hayatın kırıma uğratılarak yaşam haklarının yok sayılması, meraların otlakların yağmalanması, deniz ekosistemlerinin hızla yok oluşa bağlanması gibi büyük yıkımlar yaşanırken, kutlanacak her hangi bir şey olmadığı bir gerçektir. AKP iktidarı 5 Haziran gününü 1 hafta boyunca kutlamak için adımlar atarken, sermaye yağmasında özellikle ‘çevre’ vurgusu yapılan ‘Çevresel Etki Değerlendirme’ (ÇED) süreçlerini bile hızlandırmış daha sonra da devreden çıkarıp tüm ÇED kararları Bakanlığın ya da Valiliklerin iki dudağı arasına verirken tereddüt dahi etmemiştir.
Halk devletten doğayı koruyor
Yine, 125 milyon zeytin ağacının ölüm fermanı anlamına gelen, zeytinliklerin madencilik ve endüstriyel tesisler için yapılaşmaya açılmasına izin veren yönetmelik yayımlayabilmiştir. Zeytinlikleri, meraları, ormanları ve kıyıları yağma ve talana açanların çevreden ne anladıkları merak konusudur. Türkiye’nin dört bir yanında çevre ve doğal yaşam için mücadele eden yaşam savunucularının yargılandığı ve cinayetlere kurban gittiği, doğayı devlete karşı korumak zorunda kaldığı bir ülkede Çevre Günü’nden bahsetmek abesle iştigaldir. Dünya Çevre Günü ilan edilen 5 Haziran’ı 7 gün boyunca kutlayacaklarını açıklayan mevcut iktidarın ikiyüzlü tutumun ise halkta hiçbir karşılığı yok.
İklim değişiminin sonuçları ağır
Sular, dereler, ormanlar, meralar, tüm yeraltının sermaye birikimine bağlandığı günümüzde, ekosistemin döngüsüne müdahale edilmesiyle birlikte küresel boyutta büyüyen iklim sorunu bölgesel düzeylerde de ortaya çıkmıştır. Bunun sonuçları ise seller, kuraklıklar, sıcak hava dalgaları, siklonlar ve kontrol edilemeyen orman yangınları gibi afetlerdir. İklim değişikliği, ekosistemin tahribatı, halkın gıda ve suya erişebilmesinde yaşadığı sorunlar, hastalık ve ölüm oranlarında artış halkların ağır insani bedeller ödemesine neden olmaktadır.
Geleceğimiz tehdit altında
Ekolojik yıkımdan en ağır etkilenenlerin başında yoksullar halklar, emekçiler, ırkçılık nedeniyle dışlananlar, güvencesiz koşullarda yaşamaya ve çalışmaya mahkum edilenler, kadınlar ve çocuklar gelmektedir. Tüm dünyada benzer sorunlar sürerken, Türkiye’de ise bu durum can yakıcı biçimde yaşanmaktadır. Çevrecilikten ağaç ve çiçek fidesi dikmeyi anlayan AKP hükümetinin, doğa tahribatına, ekolojik dengelerin altüst edilmesine yol açan politikaların tamamında dahli, desteği ve sorumluluğu vardır. Doğaya ve çevre haklarına karşı gerçekleşen saldırının arka planında sermaye yararından başkaca hiçbir derdi olmayan AKP’nin, bir yandan ekonomik adaletsizlikleri büyütmesi ve aynı zamanda doğayı ve yaşam alanlarını da yok oluşa bağlaması geleceğimizi tehdit etmektedir.
Doğa ile denge kurulmalı
İnsan ve doğa arasında bir denge kurmak ertelenemez bir gerekliliktir. Sermayenin hangi yol ve yöntemle olursa olsun doğa üzerinde kurmaya çalıştığı tahakküm, yaşamın dünyada hızla sönmesine neden olacak adımları beslemektedir. Kapitalizmin doğası gereği sınırsız üretim ve sınırsız tüketim politikaları artık sürdürülemez boyutlara gelmiştir. Bugün bölgemizde yaşanan savaşların arka planında yine bu hedefler yer almaktadır.
Artık yolun sonundayız!
Kapitalizmin gözünde insanların, hayvanların ve doğanın tek değeri değişim değeri yaratıyor olmalarıdır. Bu değişim değerleri üzerinden elde ettiği sömürüyle ortaya çıkan birikimler kapitalizmin kendisini sürekli yenileyerek var etmesini sağlar. Artık yolun sonundayız! Doğayla birlikte insanlığın sonunu hazırlayan ve buna dur diyebilme ihtimali asla olmayan bir sistemin içindeyiz. Kapitalizm koşullarında yaşamı ileriye taşıma olasılığı artık tükenmiştir. Can havli ile yaşamın her alanını birikim süreçlerine bağlamaya çalışan kapitalizmden ve onun uygulayıcısı olan sermaye iktidarlarından kurtulmak, yaşamın ileriye taşınabilmesi için bir zorunluluk halini almıştır.
İki yüzlü timsah gözyaşları
Kapitalizmin köşe taşlarrındaan biri olan Dünya Bankası’nın ekonomisti Lawrence Summer yıllar önce yaptığı bir açıklamada, ‘tehlikeli atıkların gelişmemiş ülkelere boşaltılmasının ekonomik olarak sağlam bir fikir’ olduğunu öne sürebilmiştir. Bu bir kapitalist tutumdur ve onların ikiyüzlü timsah gözyaşlarıyla kutlamaya kalkıştıkları ‘çevre günü’ doğa yağmasını gizlemek adına başvurdukları bir araçtan başka bir şey değildir. İnsan, hayvan ve doğanın tüm bileşen varlıkları (su, toprak, hava, güneş) bir arada olduğu sürece yaşam var olabilecektir.
‘Çabalarımız sürüyor sürecek’
TMMOB’a bağlı Mimarlar Odası 5 Haziran’la ilgili bir basın açıklaması yayınladı. Açıklamanın özeti şöyle: Ülkemizde özellikle son yirmi yıldır uygulanan çevre ve sağlıklı kentleşme karşıtı politikalar nedeniyle; kentsel ve kırsal alanlar, tabiat varlıkları, koruma alanları, ormanlar, kıyılar, milli parklar, doğal sit alanları, meralar, yaylalar, kışlaklar ile bütün yaşam değerlerimiz sermayenin yatırım ve rant alanı haline getirilmiştir. Bu kapsamda tüm alanlarda yapılaşmanın önünü açan sermayeye yönelik kolaylaştırıcı uygulamaların yanı sıra, doğal ve yapılı çevre üzerinden sağlanacak gelirlerin artırılabilmesi için pek çok yasal düzenleme yapmış, koruma mevzuatında var olan güvenceler ortadan kaldırılarak çevre tahribatı sistemli ve kurumsal hale getirilmiştir.
‘Talimatlı yargı kararı’
İktidarın ülke bütününde sürdürdüğü topyekûn yıkım sürecine karşı, çevre ve yaşam değerlerini savunan meslek odalarına, kent hareketlerine ve duyarlı yurttaşlara karşı baskılar artarak devam etmektedir. Bu anlayışla, Mimarlar Odası adına meslektaşımız Mücella Yapıcı ve Avukat Can Atalay ile Şehir Plancıları Odası adına Tayfun Kahraman’a; tarihi Taksim Meydanı’nı değerleri ile birlikte korumak için yürüttükleri bilimsel, hukuki ve demokratik çalışmalar nedeniyle, alınan bir siyasi kararla 18’er yıl hapis cezası verilmesinde sakınca görülmemiştir. Talimatlı yargı kararı ile özgürlükleri gasp edilen “Çevre Dostu” arkadaşlarımızın serbest bırakılması gerektiğini bir kez daha vurguluyoruz.
‘Ekolojik krizden kurtuluş direnişle mümkün’
Ekoloji Birliği’nin 5 Haziran nedeniyle yayınladığı ‘Ekolojik Yıkımla Mücadele Günü’ açıklamasının özeti ise şöyle: Bizler, Ekoloji Birliği Bileşenleri olarak, kendimizi ülkenin dört bir yanında, havayı, toprağı, suyu, dağı, taşı ve dahi her türlü yaşamsal meşru hakkı korumak için kendimizi sistem ve yerel-ulusal-küresel işbirlikçileri karşısında siper etmekteyiz. Yaşam savunucuları olarak bilinmesini isteriz ki; içinde her türlü hak savunuculuğunu barındıran ekolojik hassasiyetleri ilk sırada ve en yüksek perdeden, samimiyetle savunmayan hiç bir siyasi-yönetsel irade bundan böyle iktidar olamayacak ve iktidarda kalamayacaktır. Gezi Davasında verilen hukuksuz keyfi cezalar, keyfi göz altılar, tüm yaşanan hak ihlalleri, ekokırım suçları kabul edilemez. Bugün kar ve güç elde etmek için yasadışı zihniyeti araç olarak kullananlar bilmelidirler ki, tüm bu suçları işleyenler bir gün tarih önünde yargılanacaktır.
‘Toplumsal olan ekolojiktir’
Gezi’den Hasankeyf’e, Akbelen’den İliç’e, İkizdere’den, Hewsel’e, Finike’den, Van’a, Başköy’den Karaburun’a, Dersim’den Bingöl’e, Kazdağları’ndan Validebağ’a her türlü canlının sağlıklı bir çevrede yaşam hakkını savunmaya, korumaya devam edeceğiz. Kadın cinayetlerinden, doğa katliamlarına, Büyüknohutçu çiftinin katledilişine, Mezopotamyalı Vahab’ın haksız tutsaklığına en iyi niyetlerimiz, en dik duruşlarımızla karşı çıkmaya, sömürünün, adaletsizliğin, savaşların ve yağmanın, yaratılan her türlü haksız acının karşısında toplumun vicdanı olmaya ve insanlık onurunu korumaya, Antalya’daki anmadan, Gezi’ye, nöbet çadırlarından, yangın söndürmeye kadar her yerde sevgi, inanç, cesaret ve kararlılığımızı, irademizi ortaya koymaya devam edeceğiz. Ekolojik olan toplumsal, toplumsal olan ekolojiktir gerçeğiyle, biz halklar ve ekoloji aktivistleri olarak adil ekolojik toplum inşasında da en ön saflarda yerimizi alacağız.