12 Eylül’le birlikte devleti tepeden tırnağa re-organize ederek sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda kalıba döken, buna paralel toplumu da yeniden biçimlendiren Askeri Faşist Cunta (AFC) Rejimi, bu toprakların ulusal ve uluslararası sermaye için “ucuz emek cenneti” haline getirilmesini amaçladı.
Türk Komprador Büyük Burjuvazisi, ömrü boyunca muhtemelen en mutlu günlerini AKP iktidarı döneminde yaşamakta. Zira, Cunta ile tohumlarını attıkları 24 Ocak Kararları’nın hasadını esas olarak bu dönemde yapıyorlar. Bu süreçte, Türk sermayesi, öncekilerle kıyaslanmayacak düzeyde kârlar elde etti, büyüdü, daha da palazlandı/palazlanıyor. R.T.Erdoğan’ın “Bizimle beraber grev denilen olaylar ortadan kalktı. Şimdi grevler yok” (Aralık 2018) sözleri de bu büyümenin sihirli formülünü özetliyor.
Bugün, Mehmet Şimşek’in uyguladığı ekonomik program, dünyada 1970’lerin, Türkiye’de 1980’lerin başından beri uygulanan neo-liberal politikaların devamı niteliğindedir. AKP iktidarları boyunca, R.T. Erdoğan’ın yabancı sermaye yatırımlarını artırmakla övünen sözlerini bu perspektifle okumak gerekir.
Türk devletinin geçen süre içinde çok uluslu sermayeye bağımlığı giderek daha fazla artmıştır. ABD, İngiltere, Almanya, İtalya, Fransa ve diğer AB devletleri; İsveç, Norveç ve elbette Rusya sermayesinin bu topraklarda çok kapsamlı “yatırımları” vardır. Bir asırdır, bu coğrafyanın yeraltı ve yerüstü zenginliklerini, işçi sınıfı ve emekçilerin alınterini sömürüyorlar. Özellikle metal, gıda sektörlerinde emperyalist sermayenin çok ciddi bir ağırlığı vardır.
Son dönemlerde işçi sınıfının öne çıkan direnişleri de Büyük Türk Sermayesi’nin çok uluslu tekellere bu toprakları nasıl ucuz emek cenneti haline getirdiğini anlatmaktadır.
Örneğin, Norveç’ten Brezilya’ya, Çin’den Güney Afrika’ya, Hindistan’dan Avustralya’ya fabrikaları bulunan Fransız imalat sanayi devi Mersen’in, Kocaeli Gebze’de kurulu bulunan fabrikasında 3 yıldır toplu sözleşme hakkından yararlanamadıkları için işçiler, 18 Nisan’dan bu yana Birleşik Metal-İş öncülüğünde grevlerini sürdürüyor. Bu şirketin, birkaç istisna dışında diğer tüm fabrikalarında işçilerin sendikalı çalıştığını kaydetmek gerekir.
Fransız sermayeli zemin kaplama üretimi yapan ve Tuzla’da kurulu bulunan Tarkett Turkey Zemin Kaplamaları fabrikasında çalışan Petrol-İş üyesi işçiler, toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine 18 Eylül’de greve çıkmıştı. İngiltere, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Brezilya, Rusya, Çin ve Hindistan gibi pek çok ülkede üretim tesisleri bulunan Tarkett bir başka çok uluslu tekel.
Yüzü aşkın ülkede üretim yapan İtalyan sermayeli küresel şekerleme üreticisi Perfetti Van Melle’de, Tek Gıda-İş Sendikası’nın öncülüğünde sendikalaşma mücadelesi devam ederken işten çıkarılan işyeri temsilcisi Ayhan Yaylalı, 19 Şubat’tan bu yana fabrika önünde başlattığı direnişi sürdürüyor. İçerde sendika çoğunluğu sağlamış durumda. Perfetti Van Melle, dünya çapında 150’den fazla ülkede 18 binin üzerinde 39 şirketiyle faaliyet gösteren çok uluslu bir şirket.
İstanbul Çatalca’da bulunan Polonez gıda fabrikasında ağır çalışma koşulları, düşük ücretler ve baskıya karşı işçiler Tek Gıda-İş Sendikası’nda örgütlenmişti. Patron, 145 işçiyi bir kalemde işten çıkardı. İşçilerin kararlı mücadelesi kamuoyuna yoğun bir şekilde yansıyor. Polonez yerli iştiraki olan Ürdün sermayeli uluslararası bir başka şirket.
Birkaçını saydığımız direniş ve grev örneklerini artırmak kolayca mümkün. Çok uluslu tekeller, yerli işbirlikçileri eliyle, işçi sınıfı ve emekçileri sendikasız, güvencesiz, ağır çalışma koşullarında ve neredeyse karın tokluğuna çalıştırarak sermayelerini her gün daha da büyütüyor, sınıfın buna karşı mücadelesi ise tabii ki durmuyor!
Forbes dergisinin dünyadaki en zengin insanlar sıralamasında 134 milyar dolarlık servetiyle ilk on içinde yer alan Warren Buffet, “Sınıf savaşı var, tamam ama savaşı veren benim sınıfım, zenginler sınıfı. Ve de kazanıyoruz” demişti. Bu söz, burjuvazinin sınıf savaşımının ne kadar farkında olduğunu çarpıcı bir şekilde anlatıyor. Burjuva sınıfı, tarihin her döneminde üretim araçlarının sahipleri olarak dört koldan örgütlenerek ve devlet iktidarını elinde tutarak egemen sınıf olabileceğini çok iyi biliyor. Bu gerçeğin, birçok kentte ve havzada, çok uluslu şirketlere, yerli işbirlikçilerine ve onların hamisi devlet aparatına karşı direnişi ve grevi yükselten işçi sınıfı ve emekçiler tarafından da kavranması gerekir. Bugün işçi sınıfının dört bir yana yayılmış direniş/grevleri, bu sınıf savaşımının da en ileri mevzileri durumundadır. Bu mevzilerdeki her kazanım gerek çok uluslu sermayeye gerekse de onların yerli temsilcilerine vurulacak birer darbe olacak ve sınıfın kurtuluş mücadelesine önemli bir ivme katacaktır. Bu bakımdan, sınıfın farklı bölüklerinin direnişleri arasındaki ilişkiyi, dayanışmayı güçlendirmek ve mücadeleyi birlikte ileri taşımak büyük önem taşıyor.
Direnişleriyle Ankara’yı sallayan ve nihayetinde kazanan Fernas işçilerinin mesajı da bu olmalı!