Dünya da, bölge de, bu topraklar da büyük bir film platosu duygusu yaratıyor insanda. Sanki birilerinin yazdığı senaryoların ilk tatbikatları yapılıyor. Yapılıyor ki, sonraki büyük patlamalara, altüst oluşlara hazırlıklı olunsun. Elbette gerçek hayat komplo teorileriyle açıklanmayacak kadar karmaşık. Birilerinin senaryolarının, niyet ve beklentilerinin nasıl işlevsizleştirildiğini tarihin sayısız örneğinden biliyoruz. Gerçek hayat kanlı canlı bir metabolizmadır. Sınıfların, ezilen halkların, cinsin hatta canına okunan doğanın ve başka sayısız dinamiğin çelişki ve çatışmalarıyla ruh kazanır. Ama egemen güçler senaryo yazmaktan, onları tatbik etmekten hiçbir zaman vazgeçmez.
Son günlerde bu topraklarda ardı ardına yaşadığımız pek çok gelişme sistemin bekası için yazılmış alışılmış senaryoların bu dönemin çelişkilerine uyarlanarak yeniden üretildiğini hissettiriyor.
IMF komiseri Mehmet Şimşek’in adıyla da anılan ve esasını emeğin dizginsizce sömürülmesi, tüm yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin hoyratça soğurulması, sermayenin büyük bir yıkımla birlikte daha da merkezileşmesi, bunlara yeni bir mülksüzleştirme dalgasının eklenmesi anlamına gelen orta vadeli programın yere çakılışı an meselesi gibi görünüyor.
Halkın yaşadığı sefalet ortada, bunun katmerlisinin geleceğiyse adeta haykırıyor. İktidarın veri sihirbazı TÜİK’in bile geniş tanımlı işsizlik (iş aramaktan umudunu kesmiş nüfus) oranının yüzde 30’lara dayandığını, işsizlikte artış kadar istihdamda da daralmanın yaşandığını gizleyemiyor. Emek gücünün karşılığı olan ücretler çoktan pula döndü, bu haliyle sembolik bir zam bile yapmaya yeltenmediler. Enflasyonsa alıp başını gitmeye devam ediyor.
Öte yandan açıklanan sanayi üretim endeksleri de ekonominin daralmaya gittiğini gösteriyor. Bu oran sanayi üretiminde yüzde 4,7, imalat sanayinde yüzde 6,9, dayanıklı tüketim malı üretiminde yüzde 9,1! Yüksek teknoloji ürünlerin üretimindeki düşüş ise yüzde 24,8!
Yani işsizlik artıyor, enflasyon yükseliyor, üretim daralıyor. Bunun, işsizler ordusunun büyüdüğü, küçük-orta ölçekli işletmelerin iflas ettiği, büyük bir mülksüzleştirme dalgasının yaşanacağı günlere doğru gittiğimiz anlamına geliyor.
ABD merkezli yayın organlarından Bloomberg Economics’in önümüzdeki bir yılda şiddetli siyasi kargaşa yaşama olasılığı en yüksek ülkenin Türkiye olmasını tespit etmesi boşuna değil!
Tam da bu tablo içinde anlam kazanıyor son zamanlarda bir tatbikat havasında uygulanan saldırılar, köpürtülen düşmanlık ve kışkırtmalar. Açılan perdede yok yok. Başrol yine Kürt halkında, onu göçmenler izliyor. Kadınlar, LGBTİ+’lar daimi hedef. Üstüne bir de korumasız sokak hayvanlarının kıyımı eklendi. Sosyal medya denilen bataklık bu kışkırtmaların amiral gemisi gibi kullanılıyor.
Halk, vicdandan soyundurulmaya, insanlıktan çıkarılmaya, ırkçı-şoven duygularla kendisine yabancılaştırılmaya çalışılıyor. Sokak köpeklerinin bile düşman ilan edildiği, onların yaşam hakkını savunanların anında karşı kutup olarak kodlandığı, şiddetin hayvanlar üzerinden de toplumsal bir cinnet ayinine dönüştürüldüğü bu tehlikeli iklimin hazırlanması, yaşanan ama daha da büyüyecek yıkımın yaratacağı toplumsal patlamaların kendi içine dönmesi, yozlaşması için… Korumasız hayvanların bile araçsallaştırıldığı bir gözü dönmüşlükle sahneleniyor her şey!
Bugünlerde Kürt halkına yönelik büyük linç saldırılarının örgütlenmeye çalışıldığını da o sosyal medyadaki ırkçı histeriden anlıyoruz. Çeşitli hesaplar üzerinden düğmesine basılan bu ırkçı-şoven linç histerisinin adreslerinin Ege ve Akdeniz kıyıları olacağı anlaşılıyor. Bu hesaplardan Kürt nüfusunun yoğunlaştığı noktalar köy köy, ilçe ilçe belirtiliyor. Özellikle ekonomik güç üzerinden yürütülen bu kışkırtma son olarak ırkçı-kafatasçı Ümit Özdağ’ın hesabından yaptığı açık hedef göstermeyle daha bütünsel bir ifade kazandı: “…İstanbul, Ege ve Akdeniz sahillerinin rantı da PKK yandaşı mafya ve DEM’li işadamlarının elinde olacak. Güzel rüya. Bu rüyayı görüp kan ve ter içinde kâbustan uyananlar tarihe bir sorsunlar”.
Ege’nin, Akdeniz’in çiftçileri, tüccar-şirket zulmüne karşı sokaklardayken, halk sefaletle boğuşurken, birçok yerde irili ufaklı işçi direnişleri ve örgütlenme arayışları baş göstermişken ve önümüzdeki günler bunların çok daha fazlasına gebeyken sistem bekçileri, öfkenin sınıf düşmanına değil, kardeş halka yöneltilmesi için ellerinden geleni yapmaya hazırlanıyor.
Derinliği bilinen Özdağ’ın hedef göstermeleri, birçok hesaptan yapılan benzer saldırılar önümüzdeki dönemde metropollerde yaşayan Kürtlere, Kürtlere ait işletmelere, evlere yönelik bir pogrom hazırlığının yapıldığının itirafı gibidir. 21’inci yüzyılın Maraş’larına karşı hazırlıklı olmaksa tarihsel bir görev ve zorunluluktur.
Burjuvazi sistemin bekası için en akla gelmez saldırıları sahnelemekte gözünü bile kırpmayacağı bir sıkışma hali içinde. Her gelişme, tüm halk kesimlerine, ezilen Kürt halkına, göçmenlere, kadınlara, hayvanlara, LGBTİ+’lara, doğaya, gençlere, az çok örgütlü tüm toplumsal hareketlere karşı kapsamlı bir saldırı hazırlığının yapıldığını yeniden hatırlatıyor.
Bir bölge ve hatta dünya savaşının beklendiği, bunun artık gündelik hayatın bir parçası haline getirilerek saldırganlık için zemin olarak kullanıldığı bu koşullarda halklar, emekçiler büyük acılara sürüklenmek isteniyor. Kürt halayına, diline yönelik saldırganlıkla başlayan bu süreç esasında yeni bir etabı ifade ediyor. Bu etapta en soysuz saldırı biçimleri, gerici bir iç savaş hatta soykırım bile seçenek olarak masada duruyor.
Mesele orada burada süren halk öfkesini gerçek kanallarına, sistem karşıtı bir eksene oturtabilmek, tüm gücümüzle bunu yaparak masadaki o seçenekleri hükümsüz kılmaktadır. Mesele belirginleşen paramiliter saldırılara uygun bir ruhsal-fiziki hazırlık yapabilmektedir.