Yoksulluk, bölgesel eşitsizlikler, sağlık-eğitim sorunları, savaş politikaları, doğa talanı, emek sömürüsü, kayyumlar, hukuksuzluklar, sınırlanan özgürlükler… Tüm bu sorunlar erken bir seçimle çözülebilir mi?
Toplumun çeşitli kesimlerinde “Sorunların kaynağı AKP iktidarıdır, AKP giderse sorun çözülür!” anlayışı giderek kabul görüyor. Beraberinde de “erken seçim” isteği daha sık ve daha yüksek tonda seslendiriliyor. Erken seçim denilince de akla ilk gelen, “yapılacak bir erken seçimle AKP iktidarından kurtulmak mümkün mü?” sorusu oluyor. Bu soruya yanıt ararken AKP’nin yargıdan orduya, emniyetten hazineye kadar tüm devlet olanaklarını halen elinde bulundurduğunu ve ayrıca mevcut seçim sisteminin de son derece adaletsiz olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu koşullarda AKP’nin iktidarda kalmak için tüm olanakları sonuna kadar(!) kullanacağından da kimsenin şüphesi olacağını sanmıyorum.
Devleti partinin devleti haline getirmiş, tüm yetkiyi partinin başındakine vermiş otokratik bir rejimde seçimle bir iktidar değişikliğinin olabilmesinin yegane koşulu, “iktidarın yarattığı ve çöz(e)mediği sorunların altında ezilen halkın haksızlığın, hukuksuzluğun, doğa katliamlarının, emek sömürüsünün, ayrımcılığın, asimilasyonun olduğu her yerde tepkisini ortaya koyması”dır. Elbette bu tepkinin örgütlü olmasının yanı sıra, halkın beklentilerini karşılayacak ve onları temsil etme yetisine sahip, güçlü bir siyasi iradenin de varlığı gereklidir.
Erken seçim talebinin en önemli dayanağı, son yerel seçimde AKP-MHP iktidar ittifakının sandıkta güç kaybederken, CHP’nin oyunu önemli ölçüde arttırmış olmasıdır. Seçimde ortaya çıkan bu sonuç, CHP’yi aynı zamanda en güçlü iktidar adayı haline de getirmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, yerel seçimde elde ettiği başarı, “CHP’nin halkın beklentilerini karşılayarak sorunlarını çözecek alternatif bir seçenek haline geldiği” anlamına gelmez. Zira son seçimde CHP’nin yükselişi, toplumun sorunlarına çözüm üretmiş olmasından değil, merkezi idarede ve yerel yönetimlerde halkın artık AKP’yi görmek istememesinden kaynaklanmıştır. Daha açık bir ifadeyle, CHP’yi seçimlerde birinci parti yapan “ehveni şer” oylardır ve muhtemel bir erken seçimde aynı sonucun tekrarlanmasının ve CHP’nin tek başına iktidar olabilme ihtimalinin pek de yüksek olduğu söylenemez.
Bunun en önemli nedeni yukarıda da belirttiğimiz gibi CHP’nin toplumun temel sorunlarını çözecek bir perspektife sahip olmamasıdır. Türkiye’de tüm sorunların kökenini oluşturan iki temel mesele, ekonomi politikalarının yarattığı sosyal sorunlar ve Kürt sorununun demokratik yollarla çözümüdür. AKP’nin 22 yıllık iktidarı döneminde ana muhalefet partisi olan CHP’nin, sosyal sorunların ana kaynağı olan neoliberal ekonomi politikalarına karşı ve Kürt sorununun demokratik çözümüne yönelik -toplumu ikna edecek- herhangi bir alternatif ortaya koy(a)maması bir yana, AKP iktidarının uzun ömürlü olması ve otokratik bir rejimin inşa edilmesinde önemli payı olmuştur.
Olası bir erken seçimde halkın, ülkeyi yönetme yetkisini vererek tek başına iktidara getirme olasılığı son derece zayıf olan CHP’nin seçim ittifakı ya da bir koalisyonla iktidara gelebileceği düşünülebilir. Bu durumda da ittifakın ya da koalisyonun kiminle yapılacağı önemli bir soru/sorun olarak ortaya çıkacaktır. 2023 seçimlerinde kapalı kapılar ardında milliyetçi, hatta ırkçı partilerle yaptığı pazarlıklar düşünüldüğünde; CHP’nin “demokrasiden, özgürlüklerden, doğa talanı ve emek sömürüsünden yana söylemlerinin sözde kaldığı pratiğe geçmediği” rahatlıkla söylenebilir.
Gerçi “Son kurultayda gerçekleşen ‘değişim’ sonrasında oluşan parti yönetimi önceki yönetimin hatalarını tekrarlamaz” düşüncesinde olanlar vardır mutlaka. Ancak CHP’nin devletin kurucu partisi olarak, “devletin kurulu düzeni”nin dışına çıkmasının mümkün olmamasının ve “devletin bekâsı” adına demokrasiden, barıştan, özgürlüklerden kolayca vazgeçilebiliyor olmasının bir yönetim hatası olmaktan çok; partinin değişmez ilkelerinin gereği olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir. Bu nedenle yeni parti yönetiminden de farklı bir anlayış (örneğin DEM Parti ile koalisyon kurmak gibi) beklemek gerçekçi değildir.
Bu arada CHP’nin halkın geniş kesimlerinde de destek bulan “erken seçim” söylemi ile toplumsal sorunlar karşısındaki icraatı arasındaki çelişkiyi de vurgulamak gerekir: AKP iktidarını kendi istediği koşullar oluşmadan bir erken seçim kararı almaya zorlamanın -neredeyse- tek yolu, halkın tepkisinin örgütlü, “aktif” bir eylemliliğe dönüşmesinden geçer. Otokratik rejimlerde iktidar hedefi olan partilerin amacına ulaşabilmesi için halkın demokratik tepkisiyle oluşan rüzgarı arkasına almaktan başka seçeneği yoktur. Oysa erken seçimi dilinden düşürmeyen CHP, halkı sokaklardan uzak tutup tepkisini -evde ışık açıp kapamak gibi- pasif eylemlerle sınırlandırmak istemekte ve daha önce pek çok kez olduğu gibi, çözümün adresi olarak yine seçim sandığını göstermektedir. CHP bu tavrıyla bırakın AKP’yi erken seçime zorlamayı, iktidarın ömrünün daha da uzamasına katkı sunmaktadır.
Sözün özü: Halkın, boğuşmak zorunda bırakıldığı sorunlara çözüm için, kurulu düzenin temsilcisi partilerden ve “erken seçim” sandığından medet ummak yerine; örgütlü ve birleşik bir mücadeleyle tepkisini ortaya koyması gerekir!