Var gücüyle ters tepiyor birçok şey. Kaygılar her dilde kendini yalanlıyor. Bazı kelimeler bazı hayatları peşinden sürüklüyor bir karar gibi, kadermiş gibi. Hiçbir sözleşme bizi kurtaramayacak. Her şey garantisini rızasız ya da habersiz kaybetmiş.
İnsan ölünce 21 gram eksilirmiş. Kürt ölünce, daha doğrusu direnen ve itaat etmeyi kendine yakıştıramayan kim ölürse, çok çok eksilirmiş. Hediye Balur yaşarken kaç kiloydu bilmiyoruz ama ölüsü 450 gram. Bir çatışmada hayatını kaybeden Balur’dan geriye yarım kilo bile kalmamış ama devlet onu bile rehin alıyor. Aileye zulüm için, bir mezar taşı olmasın için, oyalıyor da vermiyor.
Mardin’in Nusaybin ilçesinde bulunan Bağok Dağı kırsalında 7-8 Mayıs tarihleri arasında HPG’liler ile asker ve korucular arasında bir çatışma çıkıyor. Çatışmaların sürdüğü bölgenin Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA) ve helikopterlerle bombalanması sonucu 6 HPG’li yaşamını yitiriyor. 5 HPG’linin cenazesi farklı tarihlerde ailelerine teslim edilirken, Hediye Balur’un (Silav Ronahî) cenazesi ise ailesine teslim edilmiyor.
Balur’un ailesi, çocuklarının cenazesini almak için Mardin’e gidip DNA örneği veriyor. Ailenin teşhis talebi ilk başta cenazenin tanınmayacak halde olduğu gerekçesiyle engelleniyor. Taleplerinde ısrarcı olan aileye, morgda bekletilen 450 gramlık bir vücut parçası gösteriliyor. Aile, DNA’nın eşleşmesi sonucu çocuklarına ait olan vücut parçasını defnetmek istiyor ama cenaze halen verilmiş değil.
Kitaplardan, filmlerden ve gerçek hayattan öğreniriz. Savaş parçalar insanı. Uzuvlarını kaybeder ve hatta paramparça olabilir savaşan. Ama nihayetinde toplanır geriye ne kaldıysa çünkü vücut artık bu dünyaya ait değildir. Bilimsel ya da ilimsel olsun fark etmez; herkes vücut bütünlüğü ile toprağa gömülmelidir. Oysa burası Türkiye olduğu için, düşmanlık had beğenmediği için aileler çocuklarından kalma bir parça için mücadele veriyor.
Çıkan haberlere göre Hediye Balur 8 Mart 1994 doğumlu. Bir kadın için anlamlı bir gün ama hem kadın hem de Kürt olduğu için sakıncalı bir gün. Öyle ya, mevsimlerin değişen havası var, burada ise günlerin tehlikesi var. Kürt basınında yer bulan bu dehşet olay, aslının taklidi bir barbarlık hali.
Hediye Balur’un annesi Emine’nin anlatımına göre, kızı Roboski Katliamı’ndan ve Gezi Direnişi’nde katledilen Ali İsmail Korkmaz’dan etkileniyor ve yönünü dağlara veriyor. Kürt meselesi nerede başlar, diye sorarsanız, bu ölümden başlayabilirsiniz. Balur’un babasına ise devlet ölüm haberini tam da kendi zalimliğine göre veriyor, zulmeden bir emir gibi: “Senin kızını öldürdük. Gelin alın.”
Türkiye devleti bir Kürt kadını öldürüp parçaladığı için kendisiyle gurur duyuyordur. Çünkü sorumlu olduğu yasalardan, imzaladığı sözleşmelerden bir anda çıkıp her şeyi feshedebiliyor. Devlet çok özgür ve bu yüzden kimse özgür olduğunu iddia edemiyor.
Hemen hemen her gün men ediliyor Kürtler yaşamaktan. Artık ölüp toprağa gömülmekten de men edilmiş. Belki bir vakit ölülerimizin toplanacağına inanıyorduk ve bu serin bir inançtı, serinleten rüzgârlar getirirdi. Ama biz yaşayanlar ölülerimizi toplayamıyorken, kim toplanıp ne yapsın? Yaşayanlar toplansa bari, ölüler için, yas tutamayanlar için.
Gündem değişiyor, iklim değişiyor ama düşmanlık değişmiyor.
Haftanın kitap önerisi: Antonin Artaud, Tarahumaralar Ülkesine Yolculuk / Çeviren: Bahadır Gülmez, Everest Yayınları